1000'li yıllardı. Öteden beri insanları kasıp kavuran, yüzlerce, binlerce kişinin ölümüne sebep olan salgın bir hastalık vardı. Bu hastalık deride bir takım urlar meydana getiriyor, yer yer kangrenlere sebep oluyor, hastanın vücudunu kemirip harap ediyor, ölümlere yol açıyordu. Bu korkunç hastalık için Peygamberimiz (SAV) bir hadisi şeriflerinde ''Aslandan kaçar gibi ondan kaçın'' buyurmuştu. Bu korkunç hastalık, cüzamdan başka bir şey değildi.
Cüzamlıların ölümle baş başa oldukları işte bu dönemde Müslüman bir hekim, bu dehşetli hastalığın teşhisini yaptı, sebeplerini inceledi, tedavi şekilleri ile ilaçlarını ortaya çıkardı. 10. asrın sonlarında yetişmiş bu Müslüman, haklı şöhrete ulaşan İbni Cezzar’dı.
Asıl ismi, Ahmed bin İbrahim bin Cezzar olup künyesi Ebu Cafer’dir. İbni Cezzar diye meşhur olmuştur. Avrupalılar onu L’Algizhar adıyla tanıdılar. Elde mevcut bilgilere göre H.307 / M. 920 yılında Kayrevan’da dünyaya gelmiş, H.395 / M.1005 yılında aynı yerde vefat etmiştir.
Dedesi ve babası, zamanın meşhur hekimlerinden olan İbni Cezzar, Kayrevan’da zamanın din ve fen ilimlerini tahsil ettikten sonra, çalışmalarını dede ve babasının yolu olan tıp ve eczacılık alanında yoğunlaştırdı. Tıp ilmi ile eczacılığın bir birinden ayrılması ve başlı başına birer ilim olmaları gerektiğini savundu. Kayrevan’da ki evinde oluşturduğu eczanesinden, muayene ettiği hastalarına gerekli ilaçları hazırlatıp verirdi. Birçok yerleri gezip, gezici doktorluk yaptı. Bu vesile ile Kuzey İtalya, Güney Fransa ve Kuzey İspanya sahillerine kadar gitti. Bir defasında taht merkezi Buhara’da olan Samani Sultanı kendisini sarayına davet ettiği zaman bunu reddetti. İbni Cezzar'ın dikkat çekici özelliklerinden birisi, ceylan derilerine bizzat kendi eliyle yazdığı yazılardır. Sultanın davetini reddetmesinin sebepleri arasında, bu yazdıklarının hayli ağırlıkta yer tutması da vardı. Ayrıca, 10 tonu geçen ağırlıktaki kütüphanesini ve diğer eşyalarını nakledebilmesi için 400 deveye ihtiyacı olacaktı. Bu davete ret cevabı verdiği etrafa yayılınca kimse şaşırmamıştı. Çünkü genelde durum buydu. Vefatından sonra evinde her biri birkaç kişi tarafından taşınabilen altı yüz sandık kitabı olduğu ortaya çıkmıştı. Kitaplar ise çeşitli ilimlere aitti. Bu aynı zamanda devrin ilim adamlarının okumaya, öğrenmeye ne kadar meraklı olduklarını gösteren bir örnektir.
İbni Cezzar, bütün İslam âleminde tıp ve eczacılık sahasında üstat olarak tanınmıştır. Eserleri elden ele asırlarca dolaşmıştır. Endülüs’te yetişen âlimlerin çoğu ondan ders almıştır. Mesela meşhur tabip ve cerrah Ebü’l Kasım Zehravi bunlardandır.
Tıp alanında geniş araştırmalar yapıp, hastalıkların teşhis ve tedavisini yapan, asrın mütehassıs tabibi İbni Cezzar çalışmalarını cüzam hastalığı üzerinde yoğunlaştırarak bu korkunç hastalığın teşhisini yaptı. Sebeplerini inceleyerek tedavi şekillerini gösterdi. Oysa ondan önce, deride bir takım urlar meydana getiren, yer yer kangrenlere sebep olup, hastanın vücudunu kemirip harap eden cüzama yakalananlara bir tedavi uygulanmayıp ölümle baş başa bırakılmaktaydı. İnsanlığın tümünü tehdit eden bu çaresiz derde şifa bulmaya çalışan İbni Cezzar, 10.yüzyılın sonlarında bu tür hastalara bambaşka bir tedavi şekli uygulamaya başlıyor, onları diğer hastalardan ayırıyor, özel hastanelerde tedavi ediyordu. Böylece, bu günkü tabirle onları karantinaya alarak, hastalığın diğer insanlara bulaşmasını önlemiş oluyordu.
Hâlbuki aynı yıllarda Avrupa'da sadece cüzamlılar değil, tüm hastalar, Allah’ın (c.c.) lanetine uğramış sayılır, onlara vahşi bir hayvan muamelesi yapılırdı. Cüzamlılar ıssız adalarda ölüme terk edilirdi. Hastalıklarına çare aranmaz, hiç kimse onlarla ilgilenmezdi. Zavallılar çürüye çürüye, yahut çürümeden önce açlıktan ve susuzluktan ölürlerdi.
Yaz mevsiminde Tunus Limanından denize açılan gemilere, Kuzey Afrika Deniz Filosu'nun doktoru olarak katılan İbni Cezzar, Orta veya Kuzey İtalya, Güney Fransa ve Kuzey İspanya sahillerine, Tiber'de Roma ve St. Peter önlerine kadar gitti. Bunlara hac seyahatini de ekledi. Bütün seyahatlerinde karşılaştığı hastalıkları inceledi, teşhislerini koydu, tedavileriyle uğraştı.
İbni Cezzar, uzun tecrübe ve edindiği bilgi hazinelerine dayandırarak kaleme aldığı, “Zad-ül-Müsafir ve Küff-ül-Hadır” adlı tıpta çığır açan kitabını, iki cilt yedi bölüm halinde düzenlemişti. Eserde karın, sırt, tenasül yoları, cilt hastalıkları ile ateşli hastalıklar ve zehirlenmelerin tedavisi gibi ana konular yer almıştır. İnsan vücudunu baştan ayağa ele alarak, kısım kısım hastalıklarını, ilaçlarını ve ilgili tedavi yollarını anlatan bu eser, ayrıca ilaçların miktarı, terkibi ve kullanılış usullerini de açıklamakta, yolculukları esnasında sık sık karşılaşılan hastalıkların, sebep teşhisleriyle tedavi şekil ve vasıtalarını da kısa, fakat açık bir şekilde anlatmakta, tamamen tatbikatını yaptığı, pratik hayatta kullanılabilen tedavi şekillerini yazmaktadır. Şahsi tecrübelerine de geniş ölçüde yer verdiği kitap daha çok iç hastalıklarını anlatmaktaydı. Bu konuda verdiği bilgiler oldukça faydalıdır.
Kitap kısa zamanda doktorlarca aranır oldu ve müracaat kitabı haline geldi. Çok geçmeden de Latince, Yunanca ve İbranice'ye çevrildi. Bir mütercim olan Konstantin bu kitabın tercümesine Viaticum adını verdi ve kendine mal etti. Yani İbni Cezzar'ın büyük eserini çaldı. Bu bilim hırsızlığı Sicilyalı mütercim Demetrius tarafından ortaya çıkarıldı.
İbni Cezzar başta tıp ve tarih alanında olmak üzere diğer ilim dallarında da eserler yazmıştır. Henüz tam anlamıyla ve muhtevalı olarak bir tetkike tabi tutulamamış olan bu eserler dünyanın muhtelif kütüphanelerinde dağınık bir halde bulunmaktadır.