Çalabım bir şâr yaratmış iki cihân âresinde
Bakıcak didâr görünür ol şârın kanâresinde
Nagehan ol şâra vardım ol şârı yapılır gördüm
Ben dahi bile yapıldım taş u toprak âresinde
Ol şârdan oklar atılır gelir ciğere batılır
Ârifler sözü satılır ol şârın bâzâresinde
Şakirtleri taş yonarlar yonup üstâda sunarlar
Çalab’ın ismin anarlar ol taşın her paresinde
Şar dedikleri gönüldür ne âlimdir ne cahildir
Aşıklar kanı sebildir ol şârın kanâresinde
Bu sözü arifler anlar cahiller bilmeyip tanlar
Hacı Bayram kendi banlar ol şârın minaresinde
-Evet bu da seyr ü sülûku ifade eden çok veciz, çok mecazi, remzi bir nutk-u şerîf. Çalab malûm Allah, eski Türk dilinde bir şâr yaratmış iki cihân âresinde. İnsan dediğimiz varlık bir fizyolojisi var, bir aklı var, bir de gönlü ve vicdanı var. Ama sade aklı ve fizyolojisi -fizyoloji derken içgüdüleri kastediyorum- ile yaşayan yâni içgüdüleri ile akılla yaşayan bir insana biz pek insan diye bakamıyoruz, o bir başka mahlûk ama insan esas gönlü ile yâni duygularıyla ve vicdanı ile var. Taş kalpli adam diyoruz, kaba adam diyoruz, neden? çünkü duygularını ve vicdanını kullanmıyor. Hiç mi vicdanın sızlamadı, diyoruz merhametsiz insana. Şu halde işte burada Çalabım bir şâr yaratmış dediği dahası aşağıda da söyleyecek, yâni insan esas kalbiyle gönlüyle vardır. İki cihan dediği bu âlem ve öbür âlem. Âlem-i nâsut ve âlem-i lâhut iki âlem arasında. Nereye meyledecek? nutk-u şerîf aşağıya doğru gidiyor, devam edecek şimdi.
Bir gönül, Karagöz’de vardır hatırlarsınız, bir gönülde iki sevda olamaz diyor karagöz. Şimdi biz Karagöz’ü hep böyle mizah diye alırız, ama orada çok derin bir mâna vardır, remzi bir mâna, sembolik mânalar vardır. Hayal âlemi diyor bu âlem için, bunun için perde kuruyor. Biz hepimiz hayaliz diyor, gerçek nerde? perdenin arkasında, kim o? Karagöz’ü oynatan. Yâni sembolik bir ifadeyle Cenâb-ı Hakk’a bir gönderme yapıyor, kaderi kim yazdı, bizleri kim yolladı? biz buraya gelirken sormadılar buyuruyor efendi hazretleri, giderken de sormayacaklar. Gelirken sormadı, giderken de sormayacak, kendi karar veriyor. Peki, buradaki ef’alimiz o da, evet onu da yazdı. İyiyi doğruyu hakkı kaderci miyiz hayır değil kulluk o zaten. Sen ona yalvaracaksın ki, ‘Yarabbi beni bana bırakma, beni yalnız bırakma’. Kendi zaten kur’anda buyuruyor, ben onun yürüyen ayağı, gören gözü, atan eli olurum diyor yâni. Ne zaman? ‘Aman Yarabbi’ dediğin zaman, itaat ettin, Resûlü canı gönülden sevdin, ona ittiba ettin o zaman. Dolayısıyla gönül öyle bir noktada duruyor ki, dünyaya mı meyledecek, yoksa ukbaya mı, hakiki âleme mi meyledecek. İki cihan aresinde yarattığı işte o.
Bakıcak didâr görünür ol şârın kenâresinde de kanaresinde de iki ayrı mâna var. Siz okurken kanaresinde fakir öyle arzu etti, öyle okudunuz. Burada şöyle bir şey, yâni öyle bir yer, didâr dediği Allah’ın muhabbeti, maneviyat, güzellik. Didâr güzellik demek. Bakıcak didâr görünür, gönül isterse, kısmet olmuşsa, yazılmışsa bakar ve güzelliği görür, nerden? ol şârın kanâresinden yâni o gönül o kanareye gittiği zaman neresiyse o daha aşağıda konuşacağız, didârı oradan görebilir. Onu daha biraz sonra söyleyeceğiz. Didâr dediği güzellik, bu dünyaya ait bir güzellik değil, gönlün tatmin olduğu bir güzellik.
Her peri simâya bakmaz, dîde-i nâdide-bin diyor Ayaşlı Şakir Efendi.
Her sevâd-ı zülfe bağlanmaz dil-i sevdâ-karîn
Âfitâb-ı hüsn-i hüban akıbet eyler ufûl
Ben muhibb-i Lâ-yezâl’im lâ-ühıbbü’l-âfilîn
Yâni ölümsüze olan meyil. Uful etmeyene olan meyil, muhibb-i Lâ-yezâl ölümsüz demek, ölümsüzü severim, ufûl edenleri sevmem, burada bir ayet-i kerime var. Ayeti kerimeye bir telmih var yâni gönül ufûl edenleri sevmeyecek. Ufûl etmeyeni sevecek, yaradılışın hikmeti o çünkü, o da bir tane. Onun dışında herkes fani, Cenâb-ı Allah malik-el zul celâl.
Nagehan ol şâra vardım ol şârı yapılır gördüm, Hz. Pir diyor ki, ben ister bu kendi gönlü olabilir, kendi şarı olabilir, ister bir başkasınınki yapılır görünür ne demek? Ben dahi bile yapıldım taş u toprak aresinde, yâni ben dahi bir hazrete intisab ettim, onun elini tuttum, ona evet dedim, ikrar verdim diyor. İkrar verdim, iman ettim bir pir’e. Buradaki iman amentüdeki imana benziyor, yâni ben bu adama inanıyorum, bu adama güveniyorum, bu adam beni hak yola götürür, bu. Taş u toprak aresinde dediği işte bu dünya. Bu dünyadan kopmuyoruz, çalışıyoruz, gayret ediyoruz, uğraşıyoruz. Mesleğimiz neyse işimiz neyse, kazancımız neyse hizmetimiz neyse devam ediyoruz, Bir taraftan da gönül inşa ediliyor. Yâni zâhirden kopmadan zâhirin içinde bir bâtına doğru yolculuk, seyr ü sülûk bu.
Ol şârdan oklar atılır gelir ciğere batılır, nâdan sözleri bitmez, insanlar mütecessistir. Sizi boş bırakmazlar, söz söylerler, gönül kırıcı da olurlar, rencide ederler insanı. O oklar böyle bir şey, sitem okları. Tir-i sitemin hasta ciğergahıma yâre diyor şair. Yâni sitem sözü, sitem oku, ciğergahıma, Lokman bulamaz gerçi derdime çare, öyle söz olur ki, sitem sözü gelir ciğerinize batar. Allah muhafaza buyursun öyle söz söylemekten hepimizi. Ama insandır söyler.
Ol şârdan oklar atılır gelir ciğere batılır, haa ilacı ne? Ârifler sözü satılır ol şârın bâzâresinde, bunun ilacı da arifler sözü. Nas konuşur, insanı konuşmaktan men edemezsin. Eskiler derlerdi ki, ‘evladım elin ağzı torba değil ki büzesin konuşur’, aldırmamak elde mi değil. Belli bir noktaya kadar insanlar o sözlere aldırırlar. Müspetine de aldırır, menfisine de aldırır. İkisine de aldırmayacak Allah yolunun yolcusu, muhabbet ehli. Eyvallah deyip geçecek. Kime aldıracak? Ârifler sözü, -irfan ehli- ol şârın bâzâresinde. Eski sohbetlerde de ifade etmeye çalıştık, merhum peder buyururlardı; rahmetullahi aleyh sûk’ul arifin -arifler çarşısı- seher vakti kuruluyor, bildiğimiz çarşı değil. Gönülden gönüle yol var, siz evdesiniz. Seher vakti kalktınız işte şöyle yaptınız böyle yaptınız, baş başasınız, yalnızsınız vs. Okudunuz, kıldınız, muhabbet ettiniz, teheccüd ettiniz, alış veriş başlar. Nasıl oluyor? kalbe geliyor. Şimdi var ya, kablosuz internet diyorlar, onun gibi. Tabi onun gibi değil, benziyor yâni öyle anlatalım. Ve arifler sözü, hikmet.
Şöyle ki, siz o sözü duymuşsunuzdur yıllar önce, anladım zannediyorsunuzdur. Bakarsınız çarşıda bir sabah çok başka bir mâna daha karşınıza çıkıyor, aman yarabbi diyorsunuz, nasıl oluyor bu. Aradan geçer bir on sekiz sene bir başka mânada. Aynı söz fark etmiyor, neden? onu şerh ediyorlar çünkü yâni veya şerh ettiriyorlar. Yahu bu sözden bu mâna çıkar mı, zâhiren çıkaramazsın. O size verilen bir lütuftur. Kalbiniz ışıyor, zenginleşiyor, ısınıyor, güzelleşiyor, muhabbet ehli oluyorsunuz ve renkleniyorsunuz Ârifler sözü satılır ol şârın bâzâresinde.
Şakirtleri taş yonarlar yonup üstâda sunarlar / Çalab’ın adın anarlar ol taşın her paresinde, gönülde eğer birtakım mezmum ahvâl varsa zemmedilmiş, kibir varsa, taş kalpli deriz değil mi adama acımasız, kendini beğenmiş onu yonmak lâzım. Şakirt -mürid-, alıyor eline çekici, murcu yavaş, yavaş. Birdenbire atamaz mümkün değil ağır ağır. O onu yonuyor, onu adam etmeye çalışıyor. Yonarken de burada çok güzel bir metafor var, yonarken de ne yapıyor? çalabın, esmâ okuyor, çalabını. Çünkü her esmânın farklı bir tecelliyatı vardır, farklı bir hastalığa şifadır her esmâ. Onu pirler bilirler, şeyhlere söylemişlerdir, şeyhler de müritlere o ilacı verirler, her müride aynı ilaç verilmez. Farklı farklı verirler, durumuna göre derecesine göre onu seyr ü sülûka tabî olan mürid bilmez. Seyr ü sülûku yöneten şeyh bilir, bu bir üçlü hadisedir. Dime kim bu mürdedir bundan nice derman ola, diyor şair.
Dü cihanda hem tasarruf ehlidir ruhi velî
Dime kim bu mürdedir bundan nice derman ola
Ruh şemşir-i Hüdâdır ten gılaf olmuş ana
Dahi a’la kar eder bir tığ kim üryan ola.
Hazret göçmüş fizik olarak bu dünyada değil. Dü cihanda hem tasarruf ehlidir ruhi velî. Hazreti Şeyh göçmüş bu cihanda değil. Techiz tekvin etmişler donatmışlar, yerine koymuşlar, biliyoruz. Dü cihanda hem tasarruf ehlidir ruhi velî. Ruhu tasarruf ehlidir, yâni hükmeder, iş yapar. Nerede? hem burada hem öbür tarafta. Dime kim -mürde ölü demek- bu mürdedir, bu öldü bundan bir fayda gelmez bundan nice derman ola. Ruh şemşir-i Hüdâdır ruh Allah’ın kılıcıdır. Öyle buyuruyor Cenâb-ı Allah o ölmüyor çünkü. Ten, beden ona kılıf, kın olmuş, şimdi metafor geliyor, mecaz. Dahi ala kar eder bir tığ kim üryan ola yâni tenden çekilmiş kılıç hazır, fonksiyonunu ifade edecek, işte böyle bir hadise. Bu hazretler, bu üçlü bir yerde mürid, sâlik geldi efendiye ikrar verdi, biat etti, elini tutu. Şeyh efendi postta -mürid-, pir yukarıda o öbür tarafta idare ediyor. Efendi pirden destur almaksızın bir şey yapmaz. Eğer bir şey yaparsa oradan pir onu ikaz eder.
Böyle mi? inanan için böyle, inanmayan için hiç problem yok zaten yâni. Peki bu ikili, Hz. Pir posta oturan onun halifesi zat nereye, ‘el ele el Hakk’a’ arada hiçbir kopukluk olmaz, hani elektrik akımı var ya, devre kesik diyorlar, mümkün değil. Bunun için mekân mühim değil, zaman da mühim değil, ayrı bir dünya. Şakirtleri taş yonarlar yonup üstâda sunarlar, anlatıyor hâlini yahut üstad onu biliyor zaten yâni. Çalab’ın ismin anarlar ol taşın her paresinde, adam kendini güzelleştirirken, kalbini tasfiye ederken, nefsini tezkiye ederken, esmâyla adeta bir taş ustasının o kaba taşı bulup, o kaba taştan güzel bir kemer elemanı çıkarması gibi veya bir kitabe halk etmesi gibi, adam kalbini halk ediyor esmâ ile farklı esmâlar. Efendinin verdiği esmâları okuyor ve hâlini efendiye arz ediyor, efendi bakınca anlıyor. Rüya ile anlatıyorlar efendiye yahut efendi derini görür. Kim için? inananlar için. İnanmayanlar için mesele yok zaten.
Şar dedikleri gönüldür, şimdi açılıyor bak, ne âlimdir ne cahildir, gönlü orta yerde bir yerde duruyor. Nereye çekersen oraya gider, dünyaya mı meyledecek yoksa muhabbete mi meyledecek? dünyanın karşılığı muhabbettir. Bu mühim bir nokta, dünyanın karşılığı muhabbettir, dünyaya meylederseniz nefsi adam olursunuz. Kalbinizde muhabbet olmaz. Bu dünyada yaşadığınız halde meyletmezseniz muhabbet ehli olursunuz, o bir başka hâlettir. Âşıklar kanı sebildir ol şarın kanaresinde, kanare mezbaha demek. Nasıl mezbahada koç tığlanır, kurban edilirse dergâhlarda da dervişler. Kurban edilen nedir? nefistir. Koç, kurban kendi kurban ediliyor koçun. Cenâb-ı Allah diyor ki; benim kanlarına etlerine ihtiyacım yok, maddi mânada. Dolayısıyla bir insanın da nefsini kurban etmesi. Öldürmüyor, kurban ediyor. Ne oluyor kurban edilince? o nefis artık kalbin, gönlün emrinde oluyor. Kanare dediği mezbaha işte o dergâh. Efendinin huzurunda tövbeten nasuha, tövbe ediyor, neye? mezmum hâllerine. Neye sığınıyor? Aman yarabbi diyor, nasıl silahlanıyor? esmâyla silahlanıyor. Nasıl kendini müdahale, hangi kaleye giriyor? ibadet kalesine giriyor, riyazet kalesine sığınıyor. Arada sırada küçük kusurlar olur mu, Olur. Dervişliğin başlangıcı ne? Küçük kusurları olur. İleri yaşlarda olmaması lâzım o zaman tard edilir. Nasıl insan küçükken kusur yapar, babası annesi affeder ama ileri yaşta, yâni sekiz yaşında bir tabak kırarsın affedilir, ama yirmi sekiz yaşında ciddi bir pot kırarsan onun affı zor olur, aynı onun gibi. Neticede Âşıklar kanı sebildir dediği aşk her şeyini veriyor, tenle alâkalı her şeyini veriyor. Nerede? dergâhta kanaremiz var.
Bu sözü arifler anlar, anlattığı bu uzun nutk-u şerîfi arifler anlar, cahiller bilmeyip tanlar, tanlar ayıplamak demek, ne söylüyor bu adam saçma sapan konuşuyor. İşte aynı dedi ya yukarıda Ol şârdan oklar atılır gelir ciğere batılır, işte aynı şekilde aynı şeyleri söylüyor.
Hacı Bayram kendi banlar, Hacı Bayram hiç aldırmıyor, banlamak bunu tellal banlar diyor eskiler, yâni alenen ilan ediyor. Hacı Bayram kendi banlar ol şarın minaresinde, zirveye çıktı Hacı Bayram oradan çağırıyor,’Ey nas’. Eskiler, eski şöyle bir tabir var, sayd u şikâr diyorlar şeyhler. Bir hazret görüyor şeyh efendi, bu tabi hem bu nazarla bakıyor hem de basiretle ve ferasetle bakıyor. Bu hazrette manevi kabiliyet görüyor. Onu kendine bend eder. O hazret şeyhi bulamayabilir, şeyhin vazifesi onu bulup kendine bağlamaktır. O kabiliyeti gördü nasıl mesela bir marangoz bir ağaca baktığı zaman diyor ki a bundan şöyle şöyle güzel bir şey olur. Ben öyle marangozlar gördüm, biraz tekneyle, kayıkla merakım vardı, hâlâ da var ahşap tekne. Adam, baktığı zaman ağaca bundan güzel eğri döşek olur, bundan baş bodostlama olur, bundan kıç ayna olur diyor. Ben kaba bir ağaç görüyorum, o ağacın özünü görüyor baktığı zaman ve hakikaten dediği çıkıyor. Şeyhler de böyledir, insana bakarlar, bu hazret derler burada olmaması lâzım, Allah beni görevlendirdi bana onu gösterdi sayd u şikâr onu avlamam lâzım. Avlayıncaya kadar bin türlü iltifat, avlandı mı iş bitti. Hadi bakalım taş yonacaksın. Ama bu öyle bir tatlı hâldir ki, o efendi o vakte kadar tatmadığı bir hazzı tadar, buna muhabbet hazzı diyoruz. Başlar taşı yonmaya. Hacı Bayram da diyor ki, Bu sözü arifler anlar cahiller bilmeyip tanlar, ne söylüyor bu adam saçma sapan konuşuyor derler. Ayıplamak demek tanlamak. Hacı Bayram kendi banlar, ilan eder yüksek sesle, ol şarın minaresinde, ey müminler muhabbet iklimi hazır, talibi olanlar kısmeti olanlar buyursun gelsin der, diyor nutk-u şerîf.
Hâlâ bugün Ankara’da bunu söylüyor. Bütün Ankara semalarında yankılandığı gibi bütün vatan sathında bayrami neş’e yankılanmakta. Allah hepimizi nasipdar etsin inşallah.
Bir beste- Çalabım bir şâr yaratmış iki cihân âresinde