-Başlayalım mı hemen hocam nutk-u şerîfimize.
Allah emrin tutalım,
Rahmetine batalım
Bülbül gibi ötelim
Allah Allah, Kerim Allah Rahîm Allah, aman Allah, Diyelim ya huAllah adı dillerde
Sevgisi gönüllerde
Şol korkulu yerlerde
Allah Allah, Kerim Allah Rahîm Allah, aman Allah, Diyelim ya hu
Allah adın uludur
Emrin tutan kuludur
Mü'minlerin yoludur
Allah Allah, Kerim Allah Rahîm Allah, aman Allah, Diyelim ya hu
Kocayuban göçmeden
Teneşire çıkmadan
Melil melil bakmadan
Allah Allah, Kerim Allah, Rahîm Allah, aman Allah, Diyelim ya hu
Ölüp kabre varınca
Melek sual sorunca
Rabbin kimdir deyince
Allah Allah, Kerim Allah, Rahîm Allah, aman Allah, Diyelim ya hu
Yunus seyredip gezer
Ölüm tedbirler bozar
Görmek istersen dîdâr
Allah Allah, Kerim Allah, Rahîm Allah, aman Allah, Diyelim ya hu
Yunus söyler sözünü
Hakk'a bağlar özünü
Görmek ister yüzünü
Allah Allah, Kerim Allah, Rahîm Allah, aman Allah, Diyelim ya hu
-Bu son iki dörtlük, ikinci dörtlük öyle okunuyor ama divânlarda bir önceki dörtlük var, biz ikisini de okuyalım yâni. Biz bir muhabbet sohbeti yapmaya gayret ediyoruz. İlme saygımız sonsuz. Biraz da hani örf ne diyor, ona bakmaya çalıştık efendim.
Allah emrin tutalım, / Rahmetine batalım / Bülbül gibi ötelim. Böyle açık, aşikâr zaten. Kerim Allah, Rahîm Allah, Aman Allah esas bu üç kelimede sır saklı. Kerim Allah, Allah’ın lûtf-u keremi olmazsa kulun yapacağı bir şey yoktur. Peki, Allah rahman ve rahîm sıfatıyla bütün dünyaya hükmediyor. Rahman bütün varlığa, rahîm Müslümanlara. Yarabbi sen kerim sıfatında bize lûtf-u kerem ediyorsun ama rahîm sıfatını da Müslümanlara ayırıyorsun. Allah emrin tutanlara, rahmetine batanlara ayrı bir muamele yapıyorsun. Bütün bunlara rağmen, aman bizi bırakma. Allah kulu bırakmaz, kul Allah’ı bırakır. Bırakır da ne yapar? şeytana uyar.
Biz küçükken çocuğuz üç-beş yaşında yâni. Belki de yedi-sekiz yaşında hata yaptığımız zaman annelerimiz bize ‘ A bak, şeytana uydun’ derlerdi. O zamandan beri şeytanla devam ediyoruz uyup uymamaya. Bu acayip bir şey.
Onun için ‘Eüzübillahimineşşeytanirracim’ hep sözümüz budur yâni. Dolayısıyla Kerim Allah, Allah’ın lûtf-u keremi, Rahîm Allah, kendisini bilen iman eden Resûlüne, yoluna gidenlere hususi muamelesi, o muameleden bizi ‘dûr’ eyleme Yarabbi. Aman Allah, Kerim Allah, Rahîm Allah aman. Yunus’un dili bu.
Devam ediyor. Diyor ki, Allah adı dillerde çok mühim, çok mühim. Allah adı dillerde demek, buradaki dil iki mânaya da gelir. Bir tanesi zâhir mânada konuştuğumuz, birisi de gönül mânasıyla. Zâhir mânadaki telaffuzla başlar hadise. Önce konuşmaya başlarsınız, Allah’ı zikretmeye başlarsınız. Zikretmek devam eder. Eder, eder, eder. Sonra o zâhir mânadaki sır kalbe iner, kalbe nüfûz eder. Bu defa zikir kalple beraber yapılır ki, makbul olan da odur. Ama hemen ifade edelim, bu zikrullahın ancak bir delil, ehliyle yapılması lâzım. Bütün Müslümanlara tevhid etmek “Lâ ilâhe İllallah” demek, olabilir ona mezundurlar. Ama ondan sonraki esmâ bir başka. Çünkü hepsinin feyzi ayrı, mes’uliyyeti ayrı, kalbe yüklediği, tahmil ettiği yük ayrı. Hepsinin esrarı ayrı. Dolayısıyla, Allah adı dillerde, eyvallah. Ha burada şu da olabilir, yâni insanlar ne gelirse gelsin, hangi hadiseyle karşı karşıya kalırlarsa kalsın, onu Allah’tan bilmelidirler.
Ama bunun ötesinde Allah adı dillerde, -sevgisi- demiş burada. Biz isterseniz o kelimeyi ‘sevdasıyla’ diye değiştirelim. Sevdası Gönüllerde. Sevgi diyelim ki, bir muhabbet hâli ama sevda alevli muhabbet, yanıyor. Zaten siz, o kendisini size zikrettirmeye başlattığı zaman gönlünüzdeki sevda kıvılcımını da, bir nefha-i ilâhi ile uyandırır. Aman dersiniz, her an onu hatırlarsınız. Allah adı dillerde / Sevdası gönüllerde / Şol korkulu yerlerde. En zor dünya; şu dünya, yaşadığımız dünya, şol korkulu yerlerde, niye? burada sevda var, zikir var ama melâmet de var. Hayır ve şer bu dünyada var. Ahiret hesap yeri. Dolayısıyla şol korkulu yerlerde. Ne diyoruz? evet biz bir mânada Cenâb-ı Allah’ı hatırlıyoruz. Dilimiz ve gönlümüz onunla birlikte. O sevda gönlümüze nüzûl etti, tenezzül etti. Uyandı, uyuyan çerağ uyandı. Şol korkulu yerlerde, birisi üfleyip söndürebilir. Şeytan; ve şeytanın talebeleri var. Şeytanın cemaati var, şeytanın da ümmeti var, bin bir türlü var. Onun için tekrar diyoruz ki, Allah Allah, Kerim Allah, Rahîm Allah, aman Allah Diyelim Yahu.
Bak tekrar ‘diyelim’ buyuruyor Cenâb-ı Yunus. ‘Söyle yahu’ demiyor, ‘diyelim yahu’ neden? yalnız kalmamak lâzım. Eskiler buyurmuşlardır ki, “kable’l refik, sümme tarîk” , önce arkadaş, sonra yol. Arkadaşsız olmaz. Yine fakirin diline takılan, Allah adın uludur / Emrin tutan kuludur. Neden? şöyle söyleyeyim; Allah emrini sadece insanlar tutarlar. Diğer hayvanlar, diğer canlılar bu emre muhatab değildir. Onlar Allah’ın kendilerine çizdiği yol üzerinden yürürler, o yoldan inhiraf etmezler ama insan Allah emrin muhatabıdır. Allah emrini tutar ya da -Allah muhafaza- tutmaz. Emrin tutan kuludur, mukarreb kollarından oluyor. Müminlerin yoludur diyor. İnanan insan, gönlünde Allah sevgisi Allah sevdası olan insan bu sevdanın, sahibinin emrine ittiba eder. Tekrar dönüyoruz Allah Allah, Kerim Allah / Rahîm Allah, aman Allah, Diyelim Yahu.
Devam ediyor Cenâb-ı Yunus, Kocayuban göçmeden, bu çok mühim bir şey yâni. Sonra işte ölmeden de devam ediyor aşağıya doğru. Güfteye bakayım, Teneşire çıkmadan / Melil melil bakmadan, ‘vakit varken bu işleri yap’ diyor yâni. Vakit varken, ‘nasıl olsa yaparım’ öyle bir şey yok. İnşallah vakit olduğu zaman, yâni vakit içinde vakit, halk olunduğu ve lûtfedildiği zaman sen de gaflette olma, Allah’ın ipine sarıl, onu zikret, gönlünü aydınlat, dünya ile temasını mahdut hâle getir. Hele şu zamanda, dünya ile olan temas lâzım. Ondan vazgeçmemiz mümkün değil. Çünkü biz dünyaya muhtacız, dünya da bize muhtaç. Ama o teması makul bir hadde tutmak lâzım. Bu had nedir? diye sorarsanız, mümkün olduğu mertebe az. Herkesin kendisine göre bir haddi vardır. Sakın ötekine yan gözle bakıp ‘A o ne?’ dememek lâzım. Gün olur Cenâb-ı Allah onun karşı karşıya geldiği meseleyle seni imtihan eder, Allah muhafaza. Herkes kendine bakacak. Ve herkes kendisini tasfiye etmeye çalışacak. Yol belli, iz belli, mürşid belli, hedef belli. Cenâb-ı Resûlullah’a ona ittiba edecek. -Vakit varken bunu yapmaya çalış- diyor, vakit. Kocayuban göçmeden.
Eskiden şöyle vardı, işte adam memur bir yerde. Mesai yapıyor, işte eve zor geliyor gidiyor vs. ‘Yahu namaz?’ ‘Canım emekli olunca kılarım, cuma’lara gidiyorum ya’. Bunlar çok konuşulurdu, bundan elli-altmış sene evvel. Böyle insanlar vardı. Namuslu, temiz insan. ‘Sen benim kalbime bak’. Emekli olamadan Edirnekapı’ya götürüverirlerdi birçoğunu yâni, böyle. Ha bunu bir mizah maksadıyla söylemiyorum. Haşa, estağfurullah kendime söylüyorum önce. Böyle. Gaflet etmemek lâzım. Gaflet de bir insani hâldir. Onu da söylüyorum. Yine ölüp kabre varınca, diyor da sonra, Rabbin kimdir, deyince. Burada biz küçükken bize şöyle bir örnek verirlerdi. Misal verirlerdi, misalle anlatırlardı hadiseyi. ‘Bir kelimeyi çok, çok, çok söylerseniz. O aklınızda kalır. Veya bir hareketi çok sık tekrarlarsanız, sonra yerli-yersiz icap ettiği zaman, etmediği zaman bunu söyler ve yaparsınız’ derlerdi. Kontrolden çıkar hadise.
İşte insan varlığı böyle bir şey. Zikr-i tesbih ile meşgul olursanız, Cenâb-ı Allah’ı sık sık hatırlarsınız. Umarız ve niyaz ederiz ki, hatırlanması gereken anda, hatırlanması gereken yerde ve bu hatırlamanın beyan edilmesinin mutlak şart olduğu bir vakitte ve bir mekânda. O sık sık tekrarların getirdiği bir feyz-i bereket ile Rabbimizi hatırlayalım. Son nefesimizi bu haz ve bu teslimiyet içinde verelim. Münkir ve Nekîr’e de böyle cevap verelim.
Dünyevi meşguliyetlerin kesreti, bunu unutturmasın inşallah. O kesreti azaltmak lâzım. Söylediği bu. Bu çağda bunu yapmak fevkalâde zor. Muhtelif sebeplerden dolayı bunları çok tavsif etmeye gerek yok, herkes biliyor ama Cenâb-ı Allah’ı unutturmaya çalışan çok sebep var. İnsan yalnız kalınca Cenâb-ı Allah’ı gerçek mânada hatırlar. Uzlette hatırlanır Cenâb-ı Allah. Bu uzlet öyle bir hâldir ki, yâni uzlette yalnız kalmam demek, tek başınıza kalmak demek değildir. Kendi içine dönmüş, kendi içiyle baş başa kalmış, Rabbiyle baş başa kalmış, Cenâb-ı Resûl’le baş başa kalmış bir cemaat de tek tek uzletlerden toplanan kolektif bir uzlettir.
•Bir mecliste oturuyoruz. Belki elli yıl oldu. Bir hazret, bir mürşid, hissediyoruz onu, bir türlü arzu ettiği kıvamı yakalamıyor mecliste. Gene çok saygı duyduğumuz zâhir ehli bir zat var. Hazret hangi konuyu açsa bu zâhir ehli zat, araya giriyor, ilmî, aklî bir şeyler söylüyor. Muhabbet kıvam tutmuyor. Vakit geldi, o zâhir ehli zat, o da mükerrem, muhterem bir zat. Müsaade aldı çıktı. Hazretin adeta omuzlarından bir yük kalkmış gibi oldu ‘Ohh, elhamdülillâh yahu’ dedi. Biz o zaman herhalde yirmili yaşlarda filanız. Tam da anlayamıyoruz hadiseyi. ‘Hadi’ dedi ’Biz şimdi kendi muhabbetimizi kuralım’.
Muhabbet maya tutacak çünkü yâni. Akıl insanı uzlette kalmasına izin vermez. Aklın dırdırı, vesvesesi bitmez. Sorar, ister, tenkit eder. Bunlar ilim için lâzım, bilim için bunlar lâzım. Ama ledün ilmi için, aklı bir pardösü gibi, bir şapka gibi askıya asıp muhabbet iklimine öyle girmek gerekiyor. Tekrar dünyaya girerken oradan alıp ceketinizi giyiniz. O sizi birçok şeyden korur. O muhabbet iklimine, çünkü akıl sorar. Muhabbet kıvam tutmaz. Tutmadığı zaman da lezzeti olmaz. Şimdi de biz muhabbet iklimimizi mayalandıralım.
Devam ediyoruz. Son iki dörtlük, ikisi de olabilir. Bunların ikisine de şöyle bir bakalım. Yunus seyredip gezer / Ölüm tedbirler bozar. Her zaman söylenir, ‘Takdir, tedbiri bozar’ Takdir tedbire galip. Biz beşer olarak tedbiri almak zorundayız. Düşüneceğiz, planlayacağız, danışacağız, burada hem aklımız var hem de lûtf-u ilâhi olan hikmet var. İkisi de bunların birbiri içerisinde. Bir Müslümana yakışan o; akıl, fikir ve hikmetle düşüneceğiz, danışacağız, tecrübe sahiplerinin reyini alacağız. Diyeceğiz ki ‘bu kul tedbiridir’ . Takdire gelince, yapacak hiç bir şey yoktur.
Yunus seyredip gezer / Ölüm tedbirler bozar / Görmek istersen dîdâr, diyor. Didâr cemâl demek, yüz demek. İkinci dörtlük de bunun alternatifi olan dörtlük, Yunus söyler sözünü / Hakk’a bağlar özünü / Görmek ister yüzünü.
Görmek istersen didâr / Görmek ister yüzünü. Yunus bilmiyor mu, Cenâb-ı Allah zat-ı kibriyası Hz. Musa’ya ‘Sen beni göremezsin’ dediğini bilmiyor mu? biliyor, bilmez olur mu, mümkün değil yâni, biliyor. Peki ne demek bu ? görmek ister yüzünü, ‘tecelliyatını görmek istiyorum’ diyor. Birçok insan hayatta bakar ama görmez. Ona Türkçede bakar-kör deriz biz. Her an her yerden Cenâb-ı Allah’ın bir şuûnat-ı ilâhiyesi bitmez. Her an her yerde hazır, nazır ve eylem sahibidir. Yunus’un da istediği ‘Yarabbi bana o eylemlerini göster, ben o eylemlerindeki feyz-i bereketi, neş’eyi, tecelliyatı cemâli göreyim’ diyor. İstediği odur Yunus’un.
İnsanda da böyledir, mekânda da böyledir, zamanda da böyledir. Bir astronom aya bakar, açısını ölçer vs., bir şair aya bakar şiir yazar, bir Müslüman aya bakar “Aman Yarabbi” der. Şair aşk şiiri yazar, astronom açısını ölçer çapını ölçer, bir Müslüman aya bakar “Aman Yarabbi” der.
Didâr mı görür?
-Tabi başka ne görecek, her yerde onu görecek yâni.
•Bir dervişle bir işadamı vapurda gidiyorlarmış. İşadamının aklında hesaplar, kitaplar vs. Ne konuşacaklar, eski zaman. Buharlı vapur, şak şuk şak şuk çalışıyor. Demiş bu ne diyor? İş adamı diyor ki, ”Aldı da vermez, aldı da vermez, aldı da vermez ”. Sormuş sen ne diyorsun, makine ne diyor? “Hayyu’l kayyûm Allah, Hayyu’l kayyûm Allah, Hayyu’l kayyûm Allah” .
Doğru söylüyor. O buharı yaratan kim, ona o itme gücünü veren kim, o demiri yaratan kim, o demiri işlemesini Hz. Davud’a öğreten kim? var mı başka birisi? Yunus işte onu görmek istiyor. Yunus bu devirde gelse herhalde bu büyük uçaklara, airbuslara bakıp “Aman Yarabbi” derdi yâni. Ben o kanaatteyim. Evet burada bitirdik inşallah.
Bu fakire meşk olunan, dayım Zakirbaşı Necati Efendi tarafından kabri nur olsun. O küçük mahdumuna meşk etmiş bunu. O da vefat etti, Sami Efendi. O da fakire meşk etti. Sekiz-on yaşındayken ilk meşk ettiği ilâhi. Allah emrin tutalım / Rahmetine batalım. Aynı uşşak, aynı kadim usûlde meşk etmiştik. Sonra dayım dinledi. Bir iki tashih yaptı sonra devam ettik.
Bir beste (uşşak)- Allah emrin tutalım / Rahmetine batalım / Bülbül gibi ötelim