Ben dervişim diyene
Bir ün edesim gelir
Seyirdüben sesine
Varıp yetesim gelir
Sırat kıldan incedir
Kılıçtan keskincedir
Varıp anın üstüne
Evler yapasım gelir
Altında Gayya vardır
İçi nâr ile pürdür
Varuben ol gölgede
Biraz yatasım gelir
O da gölgedir deyu
Tân eylemen hocalar
Hatırınız hoş olsun
Biraz yanasım gelir
Ben günahımca yanam
Rahmet suyunda yunam
İki kanat takınam
Biraz uçasım gelir
Andan Cennete varam
Cennette huri görem
Huri ile gılmanı
Bir bir koşasım gelir
Derviş Yunus bu sözü
Eğri büğrü söyleme
Seni sigaya çeken
Bir Molla Kasım gelir
-Nutk-u şerîf böyle. Ben dervişim diyene / Bir ün edesim gelir. İnsanlar dervişi merak ederler. Bir açıdan baktığımız zaman, dervişlik merak edilecek bir şeydir. Şöyle merak ederler; bu adam derviş oldu, bundan hemen bir takım fevkalâde ahvâl, bundan hemen eski huyların bırakılması yepyeni bir düzene geçiş. Bir önceki nutk-u şerîfte de söylemeye çalıştığımız gibi derviş kendini saklayan adamdır. İnsanlar da tecessüs huyu vardır. Mezmum bir hâl bu ama hep herkeste vardır. Bizde de var, merak ederiz. Etmeyeceksin. Herkes kendine bakacak, niye? çünkü son gün hesabı siz bizzat kendiniz vereceksiniz. Ahmet’e, Mehmet’e hesabı havale etmek diye bir şey yok. Bir restorana, lokantaya gidiyorsun, hesabı arkadaş ödüyor. Öyle bir şey yok son günde. Neyse Yunus da merak ediyor, Ben dervişim diyene, esasında kendisine söylüyor onu yâni. Hani var ya “Bir ben vardır bende benden içeri”. ‘Ey Yunus’ içindeki ben söylüyor. ‘Sen, ben dervişim diyorsun, bir bakalım sen nasıl dervişsin’
Merhum Topçu da bu ‘İsyan Ahlâkı’nda söyler. “İçinizdeki ben’in sesine kulak verin” der. O ben vicdanınız. O size bir şeyler söylüyor. Hakikati o ben söylüyor. Sizin dışınızdaki ben, vücudunuz, nefsiniz ve aklınız. Bir ben var içinizde kalbiniz, gönlünüz veya vicdanınız. İçiçe ben, enteresan insan yapısı. Mesela doğru olmayan bir hareket yaptığınız zaman bu nefsinizin hoşuna gider, rahat edersiniz, para sahibi olursunuz, imkân sahibi olursunuz. Ama vicdanınız sızlar, der ki; bunu kimsenin bilmesine de gerek yok ama siz bilirsiniz. Cenâb-ı Allah’a itikadı olan insan için Allah da bilir tabi. Olmayan için onun da vicdanı vardır. O vicdanının sesini bastırmaya çalışır, içindeki vicdanının sesini. Vicdanın sesi hiçbir zaman bastırılmaz. Vicdanının sesini bastırmaya çalışan insanın zulmü artar. Vicdanının sesini dinleyen insan aciz gibi görünür. Ama dünyanın madden hâkimi odur. Neden? çünkü siz dünyadan vazgeçtikçe özgürleşirsiniz. Dünyaya daldıkça güç kazanıyorum gibi olursunuz ama dünya sizi kendi maddi bağlarıyla esareti altına alır. Yunus da “Ey Yunus” diyor, “Ben dervişim diyen” esasında kendisi. Bir ün ediyor, sesleniyor. Gel bakalım sen nasıl bir dervişsin, seninle bir konuşalım. Hatta biraz daha ağır, kendine kalsa seni bir sigaya çekeyim, imtihana tabi tutayım, diyor Hz. Yunus. Kendisine söylüyor bunu.
Seyirdüben sesine / Varıp yetesim gelir, Evet Derviş Yunus, zâhir Yunus geldi. Diyor ki; içindeki sırat kıldan incedir, sırat ne, sırat-ı müstakim? doğru yol. Kitabullah’ın ve sünnet-i Resûlullahın yolu ve ona ittiba eden erenlerin yolu. Kıldan ince, hakikat kıldan ince ve kılıçtan keskin. Neden ? çünkü bu yolda binbir türlü mânia var. Bir önceki nutukta veya bir sonraki nutukta göreceğiz onu. Bu dünya bir tuzağa benzer, diyor. Çok sıkıntı var. Dolayısıyla sırat-ı müstakim, nasıl davranacağız, bunu biliyoruz ama nasıl davranacağız? kıldan ince, kılıçtan keskin. Sırat-ı müstakim kıldan ince. Tabi ki öbür taraftaki sıratta da aynı şey ama bu dünyada da sırat var doğru yol, hâl ve hakikatin yolu, Kur’an ve sünnetin yolu. O tebliğ edilmiş ama doğruyu biliyorsunuz, gelin görün de yapın bakalım. Önce nefsiniz bırakmaz, sonra evlâd ü ıyâl. Merhamet var ya kalbinizde onlara karşı. O merhamet bazen adalet sınırını aşar, menfaat sınırına dayanır. Çok dikkat etmek lâzım. Evlâd ü ıyâl meselesinden. İyilik yapayım derken istemeye istemeye kötülük yapmış olursunuz. Sonra muhit bırakmaz, ‘Sen bu hâllere düşecek adam mıydın’ diye başlar. Hadise böyle, onun için sırat her zaman kıldan ince, kılıçtan keskin.
Varıp anın üstüne / Evler yapasım gelir, Vicdan söylüyor bunu, yâni bu imkânsız bir şey değil mi, kıldan ince kılıçtan keskin bir muhitte ev kurulur mu, maddi bakımdan kurulmaz. Ama mâna bakımından kurulur. Eğer siz sırat-ı müstakimi takip ediyorsanız, o yol üzerindeyseniz, sabitkademseniz. Buradaki evden maksat, Kur’anı ve sünneti hayata tatbik ettiğiniz zaman iç dünyanız mamur oluyor, gönlünüz mamur oluyor. İmar olmuş oluyor. Onu Yunus ‘ev’ le İfade ediyor. Neden? çünkü beyt ev demek. Beytullah Kâbe-i Muazzama aynı zamanda. ‘Çünkü bildim’ diyor bir başka nutk-u şerîf, müminin kalbinde beytullah var. Müminin kalbi Allah’ın evi. Allah’a ev lâzım mı? hayır Allah’a ev lâzım değil. Ama şöyle o bir mecazi anlatım. Cenâb-ı Allah’ın nüzûl ettiği yer müminin kalbi. Biz insan olarak bir eve misafir, mükim oluyoruz değil mi. Evle bizim alâkamız var. Mükim olduğumuz yer, nüzûl ettiğimiz yer bir ev. Cenâb-ı Allah’ın feyzi, tecelliyatı da kalbe oluyor. Dolayısıyla kalp Beytullah, ‘Allah’ın beyti’ diyorlar. İşte siz sıratın üstüne ev yaptığınız zaman yâni, Kur’an ve sünnet istikametinde, evliyaullahın izinde yürüdüğünüz zaman kıldan ince kılıçtan keskin sırat üzerinde gönül kaşanenizi mamur etmiş hâle geliyorsunuz. Olay, hadise bu. Eğer böyle yapmazsanız, yapamıyorsanız eğer, Altında Gayya vardır, diyor.
İçi nâr ile pürdür, ateş var altında, diyor. Varuben ol gölgede / Biraz yatasım gelir, bunun kenarına not almışım, “niyet hayır, âkıbet hayır”. İnsan bazen niyet eder, yapamaz. Ama bizde İslam dünyasında, İslam medeniyetinde niyet esastır. Kötü niyet yok, dâima niyet hayır, âkıbet hayır. Niyetle nâr, nur olur. Ne gibi? şöyle; biz bir şeye hayra niyet ederiz, gayret ederiz ama dünya ahvâli içerisinde o iş bizim arzu ettiğimiz gibi tecelli etmez, bir sıkıntı zuhur eder. Ama niyet hayır ya, işte o niyetin hayır olması hâli de bize Allah’ın lûtf-u keremi o sıkıntıyı, o belayı, o gerilimi, o kâbusu hissettirmez. Zâhirde bakanlar derler ki; ‘yahu bu adamın başı dertten kurtulmuyor’. O adam o derdi çeker ama onun dert olduğunu Allah hissettirmez. Bu ne oluyor o zaman işte nâr nur oluyor. Dolayısıyla o gayyanın ateşi, gölgelik hâline geliyor. Zâhir ehli bunu böyle görmez. Devam ederler, söylerler. O da diyor ki, ‘hatırınız hoş olsun, biraz da yanayım canım, çok da mühim değil’ diyor, ‘sizin de gönlünüz hoş olsun' diyor yâni Hz. Yunus.
Ben günahımca yanam / Rahmet suyunda yunam / İki kanat takınam / Biraz uçasım gelir . İki kanat, bunların biri şeriat kanadıdır. Biri de tarikat kanadıdır. Biri zâhire hükmeder, çünkü hüküm zâhire göre. Öteki bâtına hükmeder. İnsan dediğimiz varlık zülcenaheyn iki kanatlıdır. İçimiz ve dışımız vardır. Şeriat dışa hükmeder. Hüküm zâhire göredir. Ama tarikat, zâhir evleviyetle yerine getirilecek. Ondan hiçbir taviz yok. Ama bâtın, iç dünyamız da mamur olacak. Ancak iki kanat takınırsam biraz uçabilirim, diyor. Yâni bu dünya nümayişinden, alayişinden, ezasından, cefasından ve zevkinden. Çünkü dünyevi zevkler, belki dünyevi ezalardan daha tehlikelidir azizim. Dünyevi zevkler sizi kendine bağlamak açısından dünyanın cefasından daha da tehlikeli olabilir. Bu dünyadaki masivadan, dünyadaki realiteden ancak bu iki kanatla kurtulabilirim. İki kanat olmadan kuş uçamayacağı gibi, insan da bu dünya üzerindeki hadiseden iki kanat olmadan uçamıyor. Biri şeriat biri tarikat. Tabi devamı da var, tarikatle beraber aşağıdan marifet ve hakikat geliyor.
Andan Cennete varam / Cennette huri görem / Huri ile gılmanı / Bir bir koşasım gelir.
Derviş Yunus bu sözü / Eğri büğrü söyleme, burada esrar var. Siz manevi bir halekaya dahil oldunuz. Ruhunuz, gönlünüz zâhir ehlinin tanımadığı. Zâhir ehli kendinizsiniz bu işin başında. Hayata bir gözle bakıyordunuz, sonra o göz muhafaza edildi. Bir başka gözle de bakmaya başladınız. Birinci göz; herkesin burada iki tane yüzünde yer alan rü’yeti ifade eden iki gözdü. Buradan gördükleriniz zihninizde bir anlam kazanıyordu ve siz ona göre davranıyordunuz. Bir ikinci göz daha var sizde; o da basiret gözü, Türkçesi kalp gözü, firaset gözü. Derviş Yunus, sen şimdi derviş oldun, içindeki ben söylüyor devam ediyor. Derviş oldun, her iki gözün de var. Zâhir gözüyle görüyorsun ama bâtın gözüyle gördüklerini değerlendiriyorsun. Zâhir gözü tek başına bir değerlendirme yaptı. Ama basiretle baktığın zaman, firasetle baktığın zaman zâhir gözünün değerlendirilmesinin üstünde, bundan çok daha farklı muhabbet boyasıyla boyanmış bir dünya çıkıyor karşına. Eskiden şöyle dediğine şimdi artık şöyle demiyorsun. Böyle dediğine, böyle demiyorsun, Ne diyorsun? ‘eyvallah’ diyorsun.
Derviş Yunus bu sözü / Eğri büğrü söyleme / Seni sigaya çeken / Bir Molla Kasım gelir. O ne? herkesin bir Molla Kasım’ı vardır. Kul hiçbir zaman Molla Kasım’sız olamaz, olmaz. Yâni bir takım esrar size açıklandı, aşikâr oldu. O esrarı içinizde saklayacaksınız. Molla Kasım zâhir ilmi şeriattır. O her yerde söylenmez. Ancak ehline tevdi edilir. Neden? çünkü yanlış anlaşılır. Sûiistimâle sebep olur, istismara vesile olur. O size verilen bir emanettir. Malûmunuz şeriat umuma hitap eder, tarikat hususa hitap eder. Bir vaiz efendi, bir hatip efendi camide cemaate hitap ediyor. Umumi hakikatleri, doğruları söylüyor. Bir mürşid, müridiyle birebir meşgul olur. Onun kalbinin esrarına, mahremine girer. Girmezse mürşid olmaz o. Onun için eskiler buyurmuşlardır ki, ‘Mürid, mürşidle düşüp kalkmalıdır’. Ben çok seviyorum bu tabiri. Düşüp kalkmalıdır, her hâliyle onunla hemhâl olacak. Burada kesinlikle lâubalilik yok. Edep, birinci şart.
Ehl-i diller arasında aradım kıldım taleb
Her hüner makbûl imiş illâ edeb illâ edeb
Edep olmadan hiçbir hünerin makbuliyeti bahis mevzu değildir. Derviş Yunus da diyor ki; Derviş Yunus bu sözü / Eğri büğrü söyleme. Dikkat et, diyor. Gırtlak dokuz boğum, bir boğumu söylemek lâzım. Seni sigaya çeken / Bir Molla Kasım gelir. Allah’tan ki o Molla Kasım var. O olmazsa hâlimiz harap. Eyvallah azizim.