NİYET
Niyet; Ameller niyetlere göredir…
Ebu Hüreyre'nin (r.a.) naklettiğine göre, Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"İzzet ve celâl sahibi Allah şöyle buyurdu: 'Kulum iyi bir iş yapmaya niyet eder de yapmazsa, ona bir iyilik sevabı yazarım. Ama onu yaparsa, on kattan yedi yüz kata kadar iyilik sevabı yazarım. Eğer kulum bir kötülük yapmaya niyet eder de yapmazsa onu bir günah olarak yazmam. Fakat onu yaparsa ona bir kötülük günahı yazarım."
Hz. Peygamber (s.a.v.), insan fiillerinin Allah katındaki değerinin ve sonsuz âlem için karşılığının, öncelikle niyete göre belirleneceğine dikkat çekmiştir. Niyette asıl olan ve Yüce Allah'ın da itibar ettiği; dil ile ifade edilen değil kalpte sabit olandır. Sonsuz ilmi sayesinde kalplerde gizli olanları da dillerin söze döktüklerini de bilen Cenab-ı Hak, hem ibadetlerde hem de diğer davranışlarımızda samimi olmamızı, kalbimizdeki ile dilimizdekinin tutarlı olmasını ister.
Peygamber Efendimiz de ihlâsla yapılan ibadetleri övmüş, arkasında samimi bir niyet bulunmayan; gösteriş, şöhret, çıkar ve riya amacıyla yapılan davranışları asla tasvip etmemiştir. Resul-i Ekrem bir hadis-i şeriflerinde, ibadetlerde niyetin ne derece önemli olduğunu anlatırken; "kahraman denilmesi için savaşan askerin, cömert denilmesi için fakirlere yardımda bulunan kimsenin ve âlim denilmesi için ilim tahsil eden kişinin yaptıklarının Allah katında hiçbir kıymeti olmadığını, hatta ibadeti Rabbin rızasını kazanma dışında başka niyetlerle yaptıkları için cezalandırılacaklarını ifade etmiştir."
Görüldüğü üzere Allah-u Teâlâ, insan fiillerini görünüşleriyle değil yapılışlarındaki niyetlerle birlikte değerlendirmektedir. Her işte esas olan, kalpteki inanç ve niyettir. Bu ilkeye Hz. Peygamber, ''Allah sizin dış görünüşlerinize ve mallarınıza bakmaz, bilakis kalplerinize ve amellerinize bakar." ifadesiyle dikkat çekmiştir. Bu hadiste Allah'ın kalp ve ameli peş peşe zikretmesi, bizi dış görünüşümüz ile değil, kalbimizdeki irade ve niyetle bir araya gelen teşebbüs ve eylemimizle değerlendirdiğini göstermektedir.
Peygamberimiz bir başka hadis-i şeriflerinde, "Müminin niyeti, amelinden daha hayırlıdır." buyurmuştur. İyi bir niyete dayanmayan amel ne kadar faydalı ve güzel olsa da, kişinin Allah katındaki değerini artırmaz. Amelsiz niyet ise kişiye sevap kazandırabilir. Nitekim Allah Resulü salih ameller yapmak istedikleri halde imkânsızlıkları ya da mazeretleri nedeniyle yapamayanların, o amelleri yapmış gibi sevap alacağını müjdelemiştir.
İnsanlara, canlılara ve eşyaya iyimser bakmak, onlar hakkında pozitif düşüncelere sahip olmak, hüsn-i zan beslemek, hüsn-i niyet taşımak, müslüman ahlâkındandır. İyi düşünmek, iyi niyetli olmak insana hem dünya hem de ahirette huzur ve saadet kazandırır.
ORUÇ
Oruç; Sabır eğitimi…
Kur’an-ı Kerim’de, “Ey iman edenler! Sizden önceki ümmetlere yazıldığı gibi, sizin üzerinize de oruç tutmak yazıldı (farz kılındı). Olur ki bu sayede takvaya erersiniz.” buyrulmuştur.
Oruç, insanın kötülüklere karşı oluşturduğu manevi korunma hali olan takvayı, sağlam bir kalkana dönüştüren ibadettir. Bundan dolayı oruç yalnız belirli bir zaman yeme ve içmeden el çekmek değil, aynı zamanda her türlü kötülükten sakınmak için iradenin güçlendirilmesi eğitimidir.
Oruç sayesinde insan, ruhunu ve gönlünü takva ile besler. Yine oruçla ilgili bir ayette yer alan, “Umulur ki şükredersiniz.” ifadesi de, belli saatlerde el çekilen nimetlerin kadrini anladıktan sonra, onları bahşeden Allah’a karşı şükretmemizin gereğine işaret etmektedir.
Hz. Peygamber, bütün ibadetler gibi orucun da, insan davranışlarını etkileyen ve düzenleyen yönlerine şöyle dikkat çeker: “Oruç bir kalkandır. Oruçlu, saygısızlık yapmasın, ahlaksızca konuşmasın. Eğer biri kendisini dövmeye veya sövmeye kalkışırsa, iki defa, ‘Ben oruçluyum.’ desin. Bu canı bu tende tutan Allah’a yemin ederim ki, oruçlunun açlıktan dolayı değişen ağız kokusu Allah nezdinde, misk kokusundan daha hoştur. Allah, oruçlu için şöyle buyurur: ‘Oruç benim içindir. Onun mükâfatını ben vereceğim.”
Hz. Peygamber bu hadisinde orucu kalkana benzetmektedir. Kalkan, nasıl ki savaşta askerleri düşmanın ok ve kılıç darbelerine karşı koruyorsa, oruç da sahibini öyle korur. Üstelik sadece dışarıdan gelecek saldırılara karşı değil, kendi nefsinden, şehevi arzularından, şeytanın vesveselerinden de onu korur. Bu hassasiyetle oruç tutan kişi dünyada günah ve kötülüklere, ahirette ise cehennem azabına karşı korunmuş olacaktır. Oruçtan istifade edebilmesi için, kişinin sadece midesiyle değil bütün organlarıyla oruç tutması gerekir…