AHDE VEFA
Ahde Vefa; Söze Sadâkat…
Peygamber Efendimiz (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde:
“Bana kendi adınıza altı şeyin güvencesini verin, ben de size cennetin güvencesini vereyim: Konuştuğunuz zaman doğru söyleyin, söz verdiğinizde sözünüzü tutun, size (bir şey) emanet edildiğinde ona riayet edin, iffetinizi koruyun, gözlerinizi (bakılması yasak olandan) sakının ve ellerinizi (haramdan) çekin” buyurmuştur.
Hadis-i şerifte de belirtildiği üzere, verilen sözü tutmak bir İslam ahlâkıdır. Kime ve neden verildiğinden ziyade, bizzat sözün kendisi esastır, değerlidir ve önemlidir. Dolayısıyla sadece hukuki antlaşmalar ya da resmi sözleşmeler değil; büyük küçük, kadın erkek toplumun her ferdini ilgilendiren günlük hayata dair vaatler de bağlayıcıdır. Bu nedenle kişi, kendi çocuklarına verdiği sözü bile küçük görüp, basite alıp savuşturmamalıdır. Zira Hz. Peygamber, tek bir vücut gibi gördüğü müminlerden her birinin, verdiği söze riayet etmek için gayret göstermesi gerektiğini vurgulamaktadır.
Ahde vefa gösterilmesi, müminin ayırıcı özelliklerindendir. Vefakârlık ve antlaşmalara riayet hassasiyeti bir Müslümanda bulunması gereken vasıfların en önemlilerindendir.
İbni Mes'ûd, İbni Ömer ve Enes radıyallahu anhüm'den rivayet olunduğuna göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:“Ahdini bozan herkes için kıyamet günü bir bayrak dikilip bu falanın vefâsızlık alâmetidir diye ilân olunacaktır" .
Verilen her bir söz, vefayı gerektirir. Nitekim Peygamber Efendimiz bu hususta, ümmetine şöyle seslenmiştir:
“Emanete riayet etmeyenin imanı yoktur; ahde vefa göstermeyenin ise dini yoktur.”
Ebu Hüreyre (r.a.)'den Resulullah (s.a.v.)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Aziz ve Celil olan Allah: Üç (sınıf insan) vardır ki, kıyamet gününde Ben bunların hasmıyım: O kimse ki, bana (Mukaddes ismime) yemin eder de sonra ahdini bozar. Bir kimse ki, hür (bir insan)ı köle diye satar da onun karşılığını yer. Diğer kimse ki, bir işçi tutar, onu çalıştırır da ücretini vermez" buyurmuştur.
Kardeşinle (düşmanlığa varan) tartışmaya girme, onunla (kırıcı şekilde) şakalaşma ve ona yerine getiremeyeceğin sözü verme” buyuran Hz. Peygamber, söz vermenin ağır bir sorumluluk olduğunu da ifade etmiştir.
Arkasında durulmayan ve gereği yerine getirilmeyen söz, hadis-i şeriflerde kişinin üzerindeki münafıklık alameti olarak zikredilmektedir. Yüce Rabbimiz de Saff suresinde, “Ey İman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?” sorusuyla dikkatimizi çekmiş, “Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah yanında ne kadar çirkindir!” ayetiyle de apaçık uyarıda bulunmuştur.
Peygamber efendimiz şöyle dua ederdi:“ Allahım! Ben Sen’in kulunum. Gücüm yettiği kadar ahdine ve va’dine sadâkat gösteriyorum!”
İbn-i Abbas (r.a) Peygamber Efendimiz (s.a.v) hakkında şöyle demektedir: “Resûlullah bir şey söylediğinde, onu muhakkak yapardı.”.
Nitekim Allah resulü nübüvvet öncesindeki dönemde bile ahde vefası ile bilinirdi. Tüm sosyal münasebetlerinde, ticaretinde son derece dürüst , verdiği sözü tutan, emin bir kimse olarak tanınırdı. Abdullâh bin Ebi’l-Hamsâ (r.a.) şöyle anlatıyor; “Nübüvetten önce Resûlullah ile bir alış veriş yapmıştım. Kendisine borçlandım, biraz beklerse hemen getireceğimi va’d ederek gittim. Fakat verdiğim sözü unutmuşum. Üç gün sonra hatırlayıp konuştuğumuz yere geldiğimde, onu aynı yerde beklerken buldum. Beni görünce sâdece: «Ey delikanlı! Bana eziyet ettin, üç gündür burada seni bekliyorum.» buyurdu.” O eşi görülmemiş ahde vefasıyla müminler için en güzel örnektir.
Allah resulünün ahlakı Kur'andı. Fetih suresinde “(Resûlüm!) Sana (samimiyetle) biat edenler (ölünceye kadar sana bağlılığa ve İslâm uğrunda savaşmaya söz verenler)[ ancak Allah’a biat etmiş olurlar. Allah’ın (kudret) eli onların ellerinin üstündedir. Artık kim (bu bağlılığı) bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah’a söz verdiği şeyi yerine getirirse, O da ona büyük bir mükâfat verecektir ” buyurulmaktadır. Bu âyette belirtildiği üzere Hz. Muhammed (s.a.v) ile ashabı büyük bir tehlike ile karşı karşıya bulundukları bir sırada İslâm inancını ve müslümanların varlığını korumak üzere biatlaşmışlar ve ne pahasına olursa olsun bu ahidlerinden caymayacaklarına kesin söz vermişlerdir.