SAHUR ve İFTAR
Sahur ve iftar; Oruçla gelen bereket ve sevinç…
Gecenin son üçte biri için kullanılan ‘seher’ kökünden gelen ‘sahur’; oruç tutmak üzere, fecrin doğuşundan önce yenen yemeğe verilen isimdir. Hz. Peygamber ’in (s.a.v), bazı hadislerinde ‘sahur yemeği’ olarak ifade edilmiştir.
Sahura kalkmayı son derece önemseyen Allah Resulü (s.a.v), “Sahur yemeği yiyin, çünkü sahur yemeğinde bereket vardır.” buyurarak, müslümanlardan bir yudum su ile de olsa mutlaka sahur yapmalarını istemiştir. Ayrıca hadis-i şeriflerde, “sahur yapanlara “Allah-u Teâlâ’nın merhamet, meleklerin de hayır dua edeceği müjdesi” verilmiştir.
Bu bereketli gece yemeği, imsak vaktiyle sona erer. “Bir şeyden el çekmek, kendini tutmak” mânâsına gelen imsak vakti, sabah namazının vaktinin girdiği, gecenin bittiği, gündüzün başladığı andır. İmsakla birlikte mümin, sevabını Allah-u Teâlâ’nın takdir edeceği çok özel bir ibadete başlar.
İftar vakti ise, müminler için sevinç ve huzur vaktidir. Bu vaktin girmesiyle; Allah’ın rızası için açlığa, susuzluğa, orucun sıhhatine zarar verecek tutum ve davranışlara karşı sabreden, oruca özel yasaklardan uzak durmayı başaran ihlâslı gönüller için, yasaklar kalkar. Bu vakit, Resulullah’ın (s.a.v.), “Şüphesiz her iftar vaktinde Allah tarafından (cehennem ateşinden) azat edilenler vardır. Bu (azat etme işlemi Ramazan’da) her gece olur.” sözleriyle ifade ettiği üzere, bağışlanma vaktidir.
Yine Hz. Peygamber, “Müminin iki sevinci vardır: Birisi iftar vaktinde orucunu açtığı andaki sevinci, diğeri Rabbine kavuştuğu zaman orucunun mükâfatından kaynaklanan sevincidir.” buyurmuştur.
Ramazan ayında, diğer zamanlara göre daha cömert olan Sevgili Peygamberimiz, iftar sofralarını başkalarıyla paylaşmaya da büyük önem vermiş ve şöyle demiştir:
“Her kim bir oruçluya iftar yemeği yedirirse, kendisine onun sevabı kadar sevap verilir; oruçlunun ecrinden de hiçbir şey eksiltilmez.”
TERAVİH NAMAZI
Teravih Namazı; Ramazan gecelerinin ihyası…
Çocukluğunu Peygamberimiz’in (s.a.v) yanında geçiren Enes b. Malik (r.a.) şöyle anlatmaktadır:
“Resulullah (s.a.v.) Ramazan’da namaz kılıyordu. Geldim ve arkasına namaza durdum. Bir adam da gelip benim yanıma namaza durdu. Sonra başka biri geldi ve neticede on kişiye yakın bir grup olduk. Arkasında bizim olduğumuzu hisseden Rasulullah (s.a.v), namazı kısa tuttu. Sonra kalkıp evine girerek namazını bizim yanımızda kılmadığı şekilde uzunca kıldı.
Sabah olunca biz, ‘Ey Allah’ın Rasulü! Gece bizi fark ettin mi?’ dedik. O; ‘Evet, zaten benim yaptığıma da bu neden oldu.’ buyurdu.”
Bu rivayetten ve farklı rivayetlerden, Rahmet Peygamberi’nin, ümmetine zahmet vermemek için teravih namazını düzenli bir şekilde kıldırmadığı, namaza çok düşkün olan ashabının devamlılığını görünce, farz olması endişesiyle onlara bu namazı kıldırmaktan vazgeçtiği anlaşılmaktadır. Bunun yanı sıra, Hz. Enes'in (r.a) rivayetinde olduğu üzere; onlara kıldırırken kısa tuttuğu, ancak Kadir Gecesi olma ihtimalini dikkate alarak, 23. 25. ve 27. gecelerde süreyi gittikçe uzatıp, saatler süren namaz kıldırdığı görülmektedir.
Ramazan gecelerinin kıymetini artıran bu namaza “rahatlatmak, dinlendirmek” anlamına gelen “teravih” ismi daha sonraki dönemlerde verilmiştir. Dolayısıyla Peygamberimiz’in (s.a.v) dilinde teravih kelimesinin kullanıldığına, çok zayıf bazı rivayetler dışında, rastlanmaz. Hadislerde bu namaz “kıyamü’l-leyl” olarak geçer ve bununla, Ramazan gecelerinde kılınan teravih namazı veya gecenin namaz kılınarak kıyamı, kıvamı, ihyası ve değerlendirilmesi kastedilir.
Allah Resulü (s.a.v) “Kim inanarak ve sevabını Allah’tan bekleyerek Ramazan namazını kılarsa, onun geçmiş günahları bağışlanır” buyurarak teravih namazına teşvik etmiştir. Bu bakımdan teravih namazı, erkek ve kadınlar için sünnet-i müekkededir.
Teravih namazını dört rekâtta bir selam vererek kılmak caiz ise de, iki rekâtta bir selam vererek kılmak daha faziletlidir. Bu namazın her dört rekâtının sonunda bir miktar oturup dinlenmek müstehaptır. Bu dinlenmelerde tehlîl (lâ ilâhe illallah demek) ve salavât ile meşgul olunması uygundur.