HARAM VE HELÂL
Haram ve helâl; Allah’ın (c.c.) kulları için koyduğu sınır…
Resulullah Efendimiz (s.a.v.) bir gün ashabına şöyle buyurdu: “Yüce Allah şöyle bir benzetme yapıyor: Bir yol düşünün! Dosdoğru bir yol. Her iki taraf boydan boya duvar. Her iki duvarda da yerlere kadar sarkmış asılı perdeleri bulunan açık kapılar var. Yolun başında bir uyarıcı, yola girenlere şöyle bağırıyor: ‘Ey insanlar! Şu doğru yola hep birlikte girin, ayrılmayın!’ Yolun ortasında başka uyarıcılar da bulunmakta ve kapıların perdesini açmaya çalışanları ikaz ediyor: ‘Ne yapıyorsun! Açma orayı sakın. Eğer açarsan oraya düşer, yoldan çıkarsın!’ diyorlar.”
Daha sonra Allah Resulü, dostlarına bu tasviri şöyle izah eder: “İşte bu yol, İslâm’dır. İki taraftaki duvarlar Allah’ın sınırları, açık kapılar ise O’nun yasaklarıdır. Yolun başındaki uyarıcı, Yüce Allah’ın Kitabı; yolun ortasındaki davetçiler de Yaradan’ın her Müslümanın kalbine yerleştirdiği vaizdir.”
Peygamberimiz’in mübârek sözlerinden de anlaşıldığı üzere, insanları sorumluluk sahibi varlıklar olarak yaratan Allah (c.c.), onlara yeryüzünde sayısız nimetler vermiştir. Bu nimetlerin pek çoğunu onlara helâl kılarken, bir kısmına ise sınırlama getirmiştir. Söz gelimi, bunca üzüm bağını bahşeden Allah, sarhoş ederek insan aklını giderdiği için içkiyi yasaklamıştır. Koymuş olduğu yasaklar, aslında yine insanların yararına yöneliktir. Yüce Allah neyin haram, neyin de helâl olduğunu bazen gönderdiği kitaplar ve elçiler aracılığıyla açıklamış ve kendisine inananların bu yasaklara dikkat etmesini istemiştir.
Helâli gözetmek, Allah’a imanın yani O’na verdiğimiz kulluk sözüne sadakatin göstergesidir. Harama bulaşmak ise bu sözü göz ardı etmektir. Helâlin peşinde koşmak, insana yaraşır, nezih ve şerefli bir hayat yaşama gayretidir. Harama dalmak ise zihni ve gönlü bulandırma; hevâ ve hevesin, arzu ve isteklerin esiri olma halidir.
İnsan, helâle ne kadar yaklaşırsa huzura da o kadar yaklaşır. Harama doğru yürümenin sonu ise pişmanlık ve mutsuzluktur.
Helâl ve haram konusunda, Allah Resulü şu açıklamaları yapmaktadır: “Helâl bellidir; haram da bellidir. İkisinin arasında ise birtakım şüpheli şeyler vardır ki, insanların çoğu bunları bilmezler. Kim şüpheli şeylerden sakınırsa, dinini ve ırzını (namus ve haysiyetini) korumuş olur. Kim de şüpheli şeylere düşerse, harama düşmüş olur.”
Resul-i Ekrem (s.a.v.) sözlerini şu nefis benzetmeyle sürdürmektedir: “Bu, tıpkı bir koruluğun etrafında hayvan otlatan çobanın durumuna benzer. Sürüsü her an oraya girebilir. Bilin ki, her hükümdarın bir koruluğu vardır. Allah’ın (c.c.) koruluğu ise O’nun haramlarıdır. Dikkat edin! Bedende bir et parçası vardır. O sağlam olursa bütün beden sağlam olur, ama bozuk olursa bütün beden bozulur. Dikkat edin! O et parçası, kalptir!”
Helâl kazanç maneviyat için çok önemli bir husustur. İbadetlerden tat alabilmek için lokmanın helâl olmasına özen gösterilmesi tavsiye edilmiştir. Olgun bir mümin helâl lokma kazanma ve ailesine bu şekilde bakma konusunda titiz davranmalı, haramların her çeşidinden uzak durmaya gayret etmelidir. Yine anne babalara düşen en büyük görev çocuklarına helâl ve haram bilincini kazandırmaktır. Bunun için de helâl ve haramların sadece bilgisinin aktarılması yeterli değildir; uygulamak ve benimsemek için de yaşam tarzı haline getirilerek içselleştirilmeli aynı zamanda güzel örnek olunmalıdır.
Haramlar insan için koyulmuş sınırlar olmakla birlikte özgürlüğe mâni değildir. Çünkü koyulan sınırlar gerek toplumsal gerekse kişinin maddi ve manevi benliği için, onu en iyi bilen, onu yaratan Rabbi tarafından koyulmuştur. Nefsini ve ruhunu helâl ve haramlar ile terbiye edemeyen insan arzu, ihtiyaç ve hevâsının esiri olur. Hayatını Allah’ın rızası ve Resûlünün gösterdiği yolda yaşayarak, kişi ‘âlâ-yı illiyyîn’ mertebesine yükselebildiği gibi bunun zıttı ile ‘esfel-i sâfilîn’e de (aşağıların en aşağısı) düşebilir. Bu nedenle mümin yaptığı her işte helâl ve haramı düşünerek, hesaplayarak hareket etmelidir.