İlke ve Değerlerinden Ödün Vermeden
Özgür Yayın Platformu Olarak Kalsın Diye
Akşam19:59 Yatsı21:28 İmsak04:30 Güneş06:05 İşrak06:45 Öğle13:07 İkindi16:55
Hava - Hava durumuÇok Bulutlu 22°C Nem %48
Türkçe
14 Şevval 1445 23 Nisan 2024 Salı
14 Şevval 1445
İkindi
16:55
Akşam
19:59
Yatsı
21:28
İmsak
04:30
Güneş
06:05
İşrak
06:45
Öğle
13:07
Giriş Yap

Cuma Sohbeti 'Mü'minlerin Güzel Özellikleri'

Özel Haber
Özel Haber
15.01.2021    |

 

Prof. Dr. Mahmud Es’ad Coşan Hocaefendi'nin; Mü'minlerin güzel özelliklerinin anlatıldığı hadis-i şerifleri açıkladığı Cuma Sohbetinin metninin bir bölümünü istifadenize sunuyoruz.

Sohbetin metninin tamamını buradan okuyabilir ve ses kaydını dinleyebilirsiniz.

 

Cumanız mübarek olsun.

Allah'ın selamı, rahmeti, bereketi daima üzerinize olsun. Allahu Teâlâ sizi dünyada da âhirette de mesut ve bahtiyar eylesin.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz bir hadîs-i şerîfinde, muhtelif rivâyetleri olan, sağlam, sahih bir hadîs-i şerîfinde -ibarelerde, çeşitli rivayatlerde küçük nüanslar olabilir- buyuruyor ki;

Elâ uhbiruküm bi'l-mü'mini men eminehü'nnâsu alâ emvâlihim ve enfüsihim ve'l-müslimü men selime'l-müslimûne min lisânihî ve yedihî ve'l-mücâhidü men câhede nefsehû fî tâatillâhi ve'l-muhâciru men hecere'l-hatâyâ ve'z-zunûb.

Bu hadîs-i şerîf, çok geniş ve umumî İslamî gerçekleri, çok net olarak anlattığı için bugün ondan bahsetmek istiyorum.

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle başlıyor;

Elâ uhbiruküm bi'l-mü'min. Bu elâ sözü "Dikkat edin, âgâh olun, mütenebbih olun, dikkatlerinizi toplayın, kulak verin bana" gibi bir mâna taşır.

Elâ uhbiruküm. "Dikkat edin, kulağınızı bana verin ki; size çok mühim bir şey söylüyorum." Size; uhbiruküm bi'l-mü'min. "Gerçek mü'min'i anlatacağım. Gerçek mü'min kimdir? onu anlatacağım." buyuruyor.

Hadîs-i şerîfte bir kere daha "mü'min" kelimesi mânaca olması gerekiyor ama burada kayıtlı değil.

Men eminehü'nnâsu alâ emvâlihim ve enfüsihim diye devam ediyor. el-Mü'minu, mü'min başka rivâyetlerde bu var.

Peygamber Efendimiz "Şimdi size haber vereceğim." buyurdu. "Dikkatlerinizi toplayınız, kulağınızı bana veriniz, âgâh ve mütenebbih olunuz" dedi. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bazen hitaba böyle başlar ki sözlerini zaten herkes zevkle dinliyor. Çok büyük dikkatle dinliyorlar.

Hatta çok hoşuma gidiyor rivâyet;

Sahabe-i kirâm rıdvanullahu teâlâ aleyhim ecmaîn hazretleri Peygamber Efendimiz'i dinlerken nasıl dinlermiş?

Sanki başlarının üstüne çok sakin durdukları için bir kuş konmuş, kıpırdasalar kuş ürkecek, kaçacak. Kaçmasın diye, donmuş gibi hiç kıpırdamadan duruyorlar. Böyle dinlerlermiş. Peygamber Efendimiz'i pür dikkat, son derece dikkatli dinlerlermiş. O pırıl pırıl zekâlarıyla, o çok sağlam imanlarıyla, kelimesini kaçırmadan dinlerlermiş ve "Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu, böyle buyurdu." diye bize rivâyet etmişler. Hergün karşılaştıkları yüzlerce, binlerce olay, malzeme var ve bunların hepsini gayet güzel rivâyet etmişler. Kitaplara kelimesi kelimesine geçmiş; tespit edilmiş. Muhtelif rivâyetleri aldığımız zaman görüyoruz ki çok güzel, kelime kelime gayet iyi takip etmişler.

Zaten dikkatle dinliyorlar ama elâ uhbiruküm bi'l-mü'min. "Dikkat edin! Ben size haber veriyorum, gözünüzü açın, kulağınızı açın, gönlünüzü açın, çok dikkatle dinleyin!" buyurduğu için ne kadar dikkatle dinlemişlerdir. Bu, söylenen sözün önemini de bir bakıma gösteriyor. İnsan önemli bir şey söyleyeceği zaman ancak böyle bir başlangıçla başlar.

Mü'min kimmiş?

Peygamber Efendimiz mü'mini tarif ediyor;

Men eminehü'nnâsu alâ emvâlihim ve enfüsihim. "İnsanların kendi mallarına ve kendi canlarına, emin bir kişi olarak güvenip, itimat edip kendi canlarına ve mallarına bundan bir zarar gelmez diye güvendikleri kimse mü'min."

Emine güvenmek demek, mü'min kelimesi de bu kökten geliyor. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz burada bir iştikak sanatı yapıyor. İnsanlar, "Gel sana malımı emanet ettim, mallarımızı emanet ettik, canlarımızı emanet ettik; sen güvenilir kimsesin." diye birisine her şeylerini verebilip teslim edebilip kendileri teslim olabiliyor ve itimat edebiliyorlarsa işte mü'min o kimsedir. Mü'min o kimsedir ki insanlar, mallarına ve canlarına onu emin kişi olarak tayin ederler, itimat ederler, emanet ederler.

Mü'min aslında hadîs-i şerîfi dinlemediğimiz bizim kendi ilk düşündüğümüz, kendi kendimize düşündüğümüz zaman, "Mü'min nedir?" diye tefekkür ettiğimiz zaman…

Tefekkür çok kıymetli bir ibadettir. Bir saatlik bir miktar, bir zamancık tefekkür, bazen yıllarca, bazen 60 yıl gibi bir ömre bedel olabilir. Tefekkür çok kıymetli.

Kendimiz düşündüğümüz zaman, mü'min nedir?

İnanmış insandır.

Neye inanmıştır?

Allah'a, meleklerine, kitaplarına inanmıştır. İşte âmentü ile ifade ettiğimiz imanın esasları diye ön sırada saydığımız şeyler; bunlara inanmak. Ama Efendimiz'in tarifi değişik bir yönden çok önemli. "İnsanların kendisine itimat ettiği, mallarını canlarını emanet ettikleri kimsedir." diyor.

Başka hadîs-i şerîfler var;

Emanet çok önemli bir vasıf ve mü'minler gerçekten emin kimselerdir. Kendisine güvenilir, malını versen içinden çalmaz. Canını teslim etsen korur; zarar vermez. Bu çok yaygın ve çok önemli bir vasıf olduğu için Peygamber Efendimiz bir hadîs-i şerîfinde buyurmuş ki;

"İlk defa bu ümmetten kıyamet yaklaştığı zaman, âhir zaman olduğunda, -"Âhir zamanda insanlar dejenere olacaklar, bozulacaklar" diye hadîs-i şerîfler de var- güzel ahlâk gidecek; yerine kötü huylar hakim olacak, iyi insanlar gidecek veya hor ve zelil ayaklar altında itibarsız olacaklar. Kötü insanlar makbul, izzet ve itibarda olacaklar. İşler onların elinde olacak…

Efendimiz hadîs-i şerîflerde bir çok kıyamet alâmetlerini saymıştır. İnsanların âhir zamana doğru dejenere olacaklarını ve kıyametin de en kötü, en şerli insanların başına patlayacağını, onların üzerine kopacağını bildirmiştir.

Peygamber Efendimiz bir hadîs-i şerîfinde -emanet kelimesini araştırırken geçen gün okumuştum- "Bu ümmetten ilk kaldırılacak şey emanettir ve namazdır." buyuruyor. Salâttır, namazdır. Emin oluş vasfı, güvenilir oluş vasfı mü'minlerden gidecek. "Âhir zamanda güvenilir insan kalmayacak. Bir namaz kılan insan kalmayacak veya azalacak, kıyamete kadar daima hakkı tutan, hayrı işleyen, Allah'ın dinine yardımcı olan bir güzel insan grubu mevcut olacak" diye müjde var.

Biz dualarımızda daima, "Yâ Rabbî! Bizi o sevdiğin gruptan, o sevdiğin taifeden eyle." diye dua ediyoruz. Allah sizleri ve bizleri o sevdiği taifeden eylesin. Daima var ama genellikle insanlar bozulacaklar, dejenere olacaklar. "İslâm'dan uzaklaşacaklar ve bu ümmette ilk kaldırılan şey güvenilirlik, eminlik, emin oluş, emanet vasfı kaldırılacak ve bir de namaz kaldırılacak." deniliyor.

"Biz âhir zamanda mıyız? Durumumuz iyi mi kötü mü? Kıyamet başımıza mı patlar? Etrafımızda kıyamet alâmetleri var mı yok mu?" diye düşündüğümüz zaman; çevremize bir bakalım elhamdülillah memleketimizde camiler doluyor. Namaz kılan insanlar, namaza bağlı insanlar çok ve elhamdülillah güvenilen insanlar var ama dejenerasyon da biraz başlamış.

Bizim gibi muhteşem bir millet, muhteşem bir tarihe sahip, cihânın hayran kaldığı bir millet; yöneticileriyle, halkıyla çok iyi örnek bir durumda olmalıydı ama işte gazetelerde okuyoruz; çeşitli suistimaller, çeşitli kötülükler görüyoruz. Resimlerini görüyoruz ve namaz kılmayan insanlar. Demek ki dejenerasyon bir yerden başlamış. Yavaş yavaş İslâm gidiyor, İslâm gidince dejenerasyon, dejenerasyondan sonra da Allah'ın belası ve cezası gelmesi görünüyor. Allah bizi gazabına uğramaktan, azabına, ikâbına uğramaktan, mâruz kalmaktan uzak eylesin, korusun, sevdiği kullarından eylesin.

Bir âyet-i kerîme var. Allah bizi güvenilir varlıklar olarak seçmiş. Bir âyet-i kerîmede buyuruluyor ki;

İnnâ aradne'l emânete ala's-semevâti ve'l-ardi ve'l-cibâlü fe ebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ fe hamelehâ'l-insanü innehû kane zalûmen cehûlâ.

"Biz emin, emaneti, bizim kendilerine vermek istediğimiz şeyleri vermek istediğimiz kutsal emaneti, dağlara, göklere, yeryüzüne arzettik de onlar çekindiler, korktular, bunu kabul edemediler. İnsanoğlu kabul etti."

Bu emaneti, Allah'ın sorumluluk duygusu verdiği kutsal emaneti iyi koruyup Allah'a iyi kulluk edip Allah'a sevdiği razı olduğu bir kul olarak varmak, huzuruna öyle gitmek… Bu çok önemli bir şey. İnsanoğlu bu vasıflarla techiz edilmiştir. Aklı, gönlü, irfanı vardır. İmanın hepsi bunların tezahürü olarak …

Bir müslüman iyi şeyler yapabilmeli ama insanların bir kısmı mü'min olamıyor. Bir kere bu emanete riayet edemiyor. Kutsal emaneti, Allah'ın kendisine vermiş olduğu mükellefiyet, hayırları yapabilmek, yeryüzünde Allah'ın halifesi olabilmek, hayırları işleyebilmek vasfı, kötülükleri engelleyebilmek vasfı birçok insanda yok. Mü'min bile olamıyorlar. Allah'ın varlığını bile tanıyamıyorlar, Allah'ı bulamıyorlar; heryerde hâzır ve nâzır olduğu halde Allahu Teâlâ hazretlerini O'nun şânına lâyık bir şekilde iman edip bulamıyorlar. O emanet oradan gidiyor.

Mü'minler mükelefiyetlerini biliyorlar. Allah'a karşı kulluk için bu dünyaya geldiklerini biliyorlar ama iyi işler yaptıkları zaman cennete, kötü yaptıkları zaman cehenneme gidecekleri Allah'ın vermiş olduğu bu fırsat, bu emaneti mü'minler de bir zaman sonra kaybedebiliyorlar.

Bunun kaybolmaması için en önemli doğru çizgiye çekme vasıtası namazdır. Peygamber Efendimiz "Âhirette de insanın ilk defa sorgu ve suâle çekileceği husus namazları kılıp kılmadığıdır." diye bildiriyor. İnsan günde beş defa doğru çizgiye çekilerek, Allah'ın çizgisinde, Allah'ın istediği bir kul olarak, Allah'ın kendisine kutsal emaneti bahşettiği, rütbe verdiği eşref-i mahlûkat kıldığı, sorumluluk, mükellefiyet yüklediği, imtihan olarak dünyaya gönderdiği insanoğlu bu vazifeyi insanların bir kısmı unutabiliyor. Namazla bunlar hatırlanacaktı... Namaz gevşiyor ondan sonra emin oluş vasfı kalmıyor. İmanlı ama emin oluş vasfı yok; güvenemiyorsunuz, güvenilmiyor. Çünkü güzel, sağlam ahlâka sahip değil, o zaman kıyamet kopuyor.

Bir başka hadîs-i şerîfinde Peygamber Efendimiz; "Emanet kaybedildiği, kaybolduğu, ortadan kalktığı zaman, kıyametin kopmasını bekleyin." buyurmuş.

Diyorlar ki;

"Yâ Resûllallah! Bu emanetin kaybolması nedir?" Emanet ortadan kalktı, kaybedildi, elden düştü; yok oldu, kayboldu. "Nedir bu emanet?"

"İşler nâehil insanların eline verildiği zaman, o zaman işte bu emanet kaybolmuş demektir. Nâehil, liyakatsiz, bilgisiz, kabiliyetsiz, değersiz insanların eline verildiği zaman kıyameti bekleyin." buyuruyor.

Onun için ben de bu hadîs-i şerîfi bu bakımdan kardeşlerime geniş olarak anlatmayı istiyorum. Biz mü'miniz tamam. Allah'ın varlığına, peygamberine, Kur'ân-ı Kerîm'ine, kitaplarına, bize dinimizin öğrettiği her şeye cân u gönülden bağlıyız; inanmışız.

Millet olarak büyük vasfımız bu; herkes bizi biliyor. Türk milleti Müslüman bir millettir Elhamdülillah. Tabi Arap kardeşlerimiz de müslüman, ötekiler de müslüman tamam ama asıl mü'minin vasfını Peygamber Efendimiz tarif ederken buyuruyor ki;

"Mü'min insanların mallarını, canlarını güvenebilip teslim edebilecekleri insandır. İşte bu vasıfta olmak lazım. Tam dürüst, tam güvenilen, tam özü sözü doğru bir insan olmak.

Kimsenin malına ve canına bir zerre kadar, bir gölge bir zarar değil; bir zerre kadar negatif bir tesir dahi yapmamaya çalışmak… Mü'minin ana vasfı bu…

Biz niçin müslüman olduk?

Allah dini Peygamberler gönderip insanlara niçin öğretti?

Niçin kitaplar indirtti, niçin emirleri yasakları var?

Bu insanlar iyi insan olsunlar diye, toplum iyi bir toplum, hayat iyi bir hayat olsun, dünya imtihanı başarıyla geçsin diye. Bu tahakkuk etmeyince, bir insanın mü'minliği nâkıs oluyor. Onun da cezasını çekebilir. Onun için biz Allah'ın mü'min kulları olarak elhamdülillah mü'miniz. Elhamdülillah müslümanız.

Nasıl kimseler olacağız?

Kimsenin canına ve malına zarar vermeyen, herkesin canını malını emanet edebileceği, teslim edebileceği güvenilir kimseler olacağız. Sözümüze, işimize güvenilecek, yaptığımız şey, verdiğimiz söz senet gibi olacak. Herkes bize hayran kalacak. İşte gerçek mü'minlik bu...

Yaptığı işi güzel yapmak. Peygamber Efendimiz'in teşvik ettiği husus bu… Mü'min olan insan işinden belli olur. Sözde mü'minlik çok eksik bir durumdur. İnsanın işi güzel olacak, işi insanı hayran bıraktıracak şekilde olacak.

Biz müslümanlar uzaktan görülebiliriz. Yunus Emre gayet tatlı bir istiğna içinde "tanımayan, bilmeyen ne bilsin bizi, bilenlere selam olsun" demiş.

Biz de öyleyiz ama hakikaten nasıl olmalıyız?

Beraber bulunduğumuz zaman, düşülüp kalkılıp, sohbet edilip komşuluk edildiğimiz zaman, bizimle iş yapıldığı zaman herkes memnun olmalı... "Aman ne kadar güzelmiş, benim kanaatlerim yanlışmış" demeli. Çünkü bu devirde müslümanlar hakkında biraz yanlış kanaatleri yayan, kasıtlı merkezler de olabiliyor.

Peygamber Efendimiz mü'mini insanların mallarını, canlarını, kendi gönül huzuru içinde götürüp teslim edebilecekleri kimse, dürüst, ahlâklı, özü sözü doğru kimse olarak tarif ediyor, bu bir…

İkincisi;

Ve'l-müslimü men selime'l-müslimûne min lisânihî ve yedihî. Bunu herkes bilir… Biz bir takım bilgileri biliyoruz da, bilmek mühim değil; bildiğini uygulamak önemli.

Müslümanlığı tarif ederken de, Peygamber Efendimiz böyle tarif etmiş;

"Müslüman da öteki müslümanların dilinden ve elinden selamette olduğu kimsedir."

Dilinden ve elinden kimseye zarar gelmiyor, dedikodu yapmıyor, kötü söz söylemiyor, fitne fesat çıkarmıyor, dilinden zarar gelmiyor. Elinden zarar gelmiyor; birilerinin aleyhinde faaliyet yapmıyor, ağacını kesmiyor, harmanını yakmıyor, duvarını yıkmıyor, camını kırmıyor…

Şimdi ben çocuklara bakıyorum, sokakta boş bir ev gördüler mi camlarına taşları yağdırıyorlar, şangur sunugur. Bütün camlar bakıyorsunuz yok oluyor.

Bir tanıdığın evine Beylerbeyi'nde bir sokaktan giderdim. Bir konak vardı; ahşap bir konaktı, tarihî bir eserdi. Tamir edilebilir, korumaya alınmış bir binaydı belki. Sonra oradan geçerken baktım, evin içinde insan olmadığı için camlar şangur şungur kırılmış. İlk önce camlar gidiyor, ondan sonra baktım kiremitleri gitmiş, ondan sonra baktım duvarları şöyle olmuş, böyle olmuş. En son gidişimde baktım, bina ortada yok. Yavaş yavaş tahrip ediyorlar. Böyle olmaz! Elinden ve dilinden müslümanın, kendisinin ve çocuğunun…

O çocuklar onu görmüyorlar mı? O çocuklar onu yaparken anneleri babaları veya komşuları görmüyorlar mı?

Eskiden komşular da müdahale edermiş. Camiye giden hacı amcalar, hacı dedeler çocukların bahçe duvarının üzerine çıkmasına, komşunun elmasına, eriğine el uzatmasına müsaade etmezlermiş. "İn bakıyım oradan, ayıptır!" derlermiş, bastonunu gösterirlermiş. Bu da toplumun kötülüğü engelleme aksiyonu, gayreti. Böyleymiş eskiden…

"Çocuklar yaptı ne yapalım?"

O çocukların annesi nerede? Niye o çocuklara o terbiyeyi verdiler, niye o camları kırdırtıyorlar?

Görüyor. O halde niye engel olmuyorlar?

"Bir kötülüğü yapmayın." demek de bir fazilet değil mi?

Güzel bir müdahele.

Demek ki müslümanların aktif olması, diliyle faydalı olması, zararlı olmaması lazım; eliyle hayrı yapması, şerri işlememesi, faydalı olması lazım. İşte müslümanlık bu…

Mü'minlik güvenilir olmak, müslümanlık da herkese iyilik neşretmek, etrafa iyilik yaymak, ortaya iyilik koymak, kötülükleri engellemek, kötülükleri yapmamak… Herkesin bildiği ibareler bunlar ama yapmakta zorlandığı işler.

Peygamber Efendimiz buyurmuş ki;

Ve'l-mücâhidü men câhede nefsehû fî tâatillâhi. "Mücahid, cihad eden kimse nedir, kimdir?"

Bizim aklımıza hemen gelir ki eline silahı alıp düşmanla çarpışıyor. Hücum eden kötü niyetli düşmanı kovuyor.. Bu da çok güzel bir şey, askerler, ordular korunmamız için gerekli, bir şey demiyoruz ama Peygamber Efendimiz meseleyi nasıl yönünden alıyor?

Men câhede nefsehû fî tâatillâhi. "Mücahid Allah'a itaat yolunda dosdoğru gitmek için nefsiyle savaşan insandır."

Allah'ın yolunda gitmek bir savaş istiyor. İnsanın nefsini yenmesi gerekiyor, arzularının üstesinden gelmesi gerekiyor, arzularının esiri olmaması gerekiyor.

Bu savaşı yenerse insan iyiliği yapabiliyor. Yoksa arzularına, heveslerine, nefsin hevâsına mağlup olduğu zaman da çeşitli zararlı işleri yapıyor. "Dayanamadım, tutamadım kendimi, kendimi kaybetmişim, ne yapayım şimdi çok pişmanım" filan diyorlar.

Fî tâatillah. "Allah'a taat, ibadet konusunda nefsiyle cihat eden."

"Sabahleyin kalk bakalım namaza, uykunu boz, namaza kalk, ibadetini yap!"

"Kesenden parayı çıkar, ver bakalım fakirlere! Hayrını, hasenâtını, zekâtını, sadakanı…"

"Efendim çok zor geliyor, ben bu paraları nelerle kazandım…"

Ama işte nefsini yenip o iyiliği yapacaksın, o ibadeti yapacaksın, zorluklara göğüs gereceksin, zorluklara kendin hamle yapacaksın. Allah'ın sevabını, rızasını kazanmak için böyle bir mücadele, gayret gerekiyor. İşte asıl mücahid budur.

Diyor ki; "Gerçekten de hayatımızda savaş geçici bir olaydır." Biz "arızî" diyoruz. Arızî bir olaydır ama hayatımız her zaman devam ediyor; aylar, yıllar, günler… Hayatımız daima devam ediyor ama savaş ömrümüzde nadir olarak insanların karşısına çıkan arızî bir olay. O halde asıl savaşın insanların kendi nefsi ile savaşı olduğu kendiliğinden ortaya çıkıyor.

Ömür boyunca bir defa savaşa girmesi tesadüf eder veya etmez ama ömür boyu her insanın kötülüklerle savaşması, nefsini yenmesi lazım. Ne kadar güzel! İşte tasavvufun özü, esası bu… İnsanın kendi nefsini yenmek için çalışması, nefsinin süflî arzularına karşı çıkması ve onları yenip faziletli bir insan olması… İşte tasavvuf…

Peygamber Efendimiz'in hadîs-i şerîfinde;

Ve'l-mücâhidü men câhede nefsehû fî tâatillah. "Asıl mücahit, tam babayiğit, mücahit nefsini Allah'a ibadet yolunda itaatli eden, zorlayan, iyiliği yapan, ibadeti taati, hayrı hasenâtı yapan kimsedir. Nefsi ile bu konuda uğraşan, savaşan ve onu yenen kimsedir" buyuruyor.

Öyle olmaya hepimiz gayret edelim.

Ve'l-muhâciru men hecere'l-hatâyâ ve'z-zunûb. "Muhacir de İslâm'da makbul bir kişidir."

Muhacir kimdir?

Dinini daha iyi yaşamak için -dinî tarifi bu işin- dinini yaşayamadığı ortamdan, yerden, dinini rahatça yaşayabileceği, dinini rahatlıkla îfâ edebileceği yere hicret eden kimsedir.

Peygamber Efendimiz İslâmî hayatını Mekke'de sürdürmek isterken, müşriklerin çeşitli zulümleri karşısında bu imkânsızlaşınca Medine'ye muhaceret etti, hicret eyledi. Müslümanlar da muhacir oldular, hicret ettiler. Bu büyük bir ibadettir. Peygember Efendimiz'in etrafında toplanmak, onun etrafında kenetlenmek, yerini yurdunu, kabilesini terkedip Efendimiz'in emrine koşmak, etrafında yerini almak, müslümanlar için bir vazifeydi. Bu çok sevaplı bir şeydi…

İnsanın dinini yaşaması için yer önemli değil; ev, tarla, bahçe, köy önemli değil; ülke önemli değil… Hatta nerede İslâm'ı güzel yaşayıp hayat imtihanını Allah'ın istediği bir şekilde başarabilicekse oraya doğru bir hamle yapması lazım.

Bakın biz de bir muhacir milletiz. Orta Asya'dan kalkmışız Ortadoğu'ya gelmişiz. Anadolu'ya gelmişiz, Balkanlar'a gitmişiz. Devamlı bir hareket. Sonra da olaylar başka türlü gelişmiş. Balkanlar'dan kardeşlerimiz Anadolu'ya gelmişler. Kafkasya'dan gelmişler.

Neden?

Orada İslâm'ı yaşama imkanları zorlaşınca gelmişler.

Muhacir, bir yerden durup dururken göçen insan değil; dinini daha iyi yaşamak gayesiyle göçen insan oluyor. Dinî bakımdan tarifi bu…

O zaman böyle hicret etmek çok sevap oluyor ve muhacir de çok makbul bir kimse oluyor. Ama Peygamber Efendimiz bu hadîs-i şerîfinde buyuruyor ki;

Ve'l-muhâciru men hecere'l-hatâyâ ve'z-zunûb. "Asıl muhacir hatalardan, günahlardan hicret eden, ayrılan uzaklaşan kimsedir."

İnsanların alışkanlıkları olabilir, kötü yetişmiş olabilir, sonra tevbekâr olur. Günahları, haramları, kötü alışkanlıkları bırakması lazım; iyi bir insan olması lazım.

Hapse girer çıkar insan. Mazisinde kendisinin de arzu etmediği, karanlık kötü işler olmuş olabilir; onları bırakması lazım. İyi müslüman olmanın yolu herkese açık. Hapisteki insanlara da açık, suçlulara da açık.

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretlerinin türbesinin duvarında yazılı bir Farsça dörtlük var; herkes bunu biliyor; -Bir İranlı şairin sözüdür o; Mevlânâ'nın sözü değildir-

Bin kere tevbeyi bozsan dahi gene gel,

Burası ümitsizlik kapısı değildir.

Allah'ın dergâhı, dergâh-ı İzzet, dergâh-ı İlâhî; ümitsizlik yeri değildir. Kim gitse Allah tevbe edeni sever. Tevbe edenin tevbesini kabul eder.

Bir hadîs-i şerîf var; -Ben size böyle güzel, müjdeli hadîs-i şerîfleri zamanla, memnuniyetle, seve seve, surûr içinde, neş'e içinde naklediyorum-

"Bir insan yaptığı günahtan pişmanlık duyarsa, içine, gönlüne pişmanlık ateşi düştüğü zaman Allah, daha diliyle ‘Tevbe Yâ Rabbî!' demeden onu affeder." buyuruyor.

İnsanın kötü şeylere bulaşmış olması, hayatın bir cilvesi olarak kötü arkadaşlar veyahut çeşitli şartlarla olmuş bir kere… Tamam ama ondan sonra iyi olsun, kötülükten sıyrılsın, tevbe etsin, hak yola gelsin, günahı haramı bıraksın, içkiyi kumarı bıraksın, başka insanlara zarar veren, toplumu yıkan işleri bıraksın; güzel işlere gelsin. İşte hicret, bu kötülükleri, hataları, günahları bırakıp güzelliklere faziletlere gelmek.

Bu hadîs-i şerîfi çok seviyorum. Çok sevdiğim hadîs-i şerîflerden birisidir bu... Bunu ezberleyelim.

Yazınız bunu!

Her zerremiz hayır olsun, hayırlı bir şekilde yaşayalım, çok hayırlı işler yapalım, eserler bırakalım, arkamızdan ve Rabbımızın huzuruna sevdiği razı olduğu bir kul olarak varalım.

Allah size ve bizlere, bütün mü'min kardeşlerimize yardım eylesin, tevfikini refîk eylesin. Hayırları işlemeye muvaffak eylesin, şerlerden çekinmeyi, sakınmayı, korunmayı nasip eylesin. Gazabına, kahrına, azabına, ikâbına uğramayan; lütfuna, ihsanına, ikrâmına, rahmetine, rızasına ulaşan kullarından eylesin. Cennetiyle, cemâliyle sizi, bizi ve sevdiklerimizi çevremizle beraber sevdiğimiz dostlarımızla beraber taltif eylesin, müşerref eylesin, cemâlini müşahade zevkine, şerefine cümlemizi, cümlenizi nâil eylesin.

Aziz ve sevgili kardeşlerim. Cumanız mübarek olsun, iki cihanda aziz ve bahtiyar olun.

es-Selâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtüh...

Prof. Dr. Mahmud Es’ad Coşan (Rh. A.) - Cuma Sohbetleri / 07.10.1994

 

­

 

© İzinsiz ve kaynak gösterilmeden kullanılamaz.

Kabe
Canlı Yayın
Şuan canlı Yayın
Sırça Köşk
AKRA CANLI
 / 
close icon close icon
AKRA CANLI
Sırça Köşk
Sırça Köşk Add Icon volume up
 / 
Canlı Yayın
fast rewind
fast forward
Playlist
Bu özelliği kullanabilmek için üye girişi yapmanız gerekmektedir
  
Fikrini Paylaş
TAAHHÜTNAME

Hazırlamış olduğum ve sitenize gönderdiğim/ teslim ettiğim, tamamen orjinal ve bana ait olan, projemin/görüntü veya kaydımın, AKRA MEDİA tarafından kendisine ait kablolu/karasal/uydu, şifreli/şifresiz, free/paralı TV, video, DVD, VCD,VHS ,radyo, kaset, sinema ve sair mevcut yada ortaya çıkacak her türlü İşaret, ses ve /veya görüntü nakline yarayan araçlarla umuma iletim hakkı ve tüm internet siteleri ve sosyal medya platformlarında yayınlamasına, çoğaltma hakkı, yayma hakkı, işleme hakkı ve temsil hakkının kullanılmasına süresiz olarak müsaade ediyorum.

Projemin/görüntü veya kaydımın, bant, CD, VCD, DVD, GSM, MP3 Player, dijital kayıt vb. tüm yollarla kayıt, çoğaltma ve dağıtım haklarını, bilişim veya iletişim ortamında görüntülenmesini, iletilmesini, okunmasını, izlenmesini, dinlenmesini vb. interaktif veya normal CD, VCD, DVD, GSM, MP3 Player vb. şekilde basılarak veya ses kayıtlarının metin haline getirilip kitap olarak piyasaya sunulmasını sağlayacak her türlü materyal üzerine kaydı ile çoğaltılması, kullanılması, işlenmesi, yeniden ve genişletilmiş şekilde sesli, yazılı ya da görüntülü yayın haklarını, bu suretle de çoğaltılarak kullanılması, dağıtılması, pazarlanması vb. fikri, mali ve manevi haklarımın tamamını, programda gerekli görülen değişiklikleri yapma haklarımı bila bedel olacak şekilde, AKRA.MEDİA sitesine ve bu site'nin yetkilisi ve sahiplerine devir ve temlik ettiğimi, beyan, kabul ve taahhüt ederim.

Şehir Seçin
Close