Türkiye, kadim geleneğin ve Anadolu irfanının tezahürü olan türküler bakımından oldukça zengindir. Halkın müziği olan türküler insandan insana aktarılarak günümüze kadar gelmiştir.
Türküler, tarihi olayları, toplumsal olguları, kişisel öyküleri de su ile ahenk içinde yansıtır. Türkiye’nin coğrafi konumu itibarıyla denizler, akarsular, ırmaklar, dereler, ekin bitiren yağmur, kuraklık getiren susuzluk türkülerde geniş yer bulur. Kimi türkü bir bölgede yakılmış, o bölgenin sınırını aşarak geniş coğrafyalara yayılmış, bazen hikayesinde ve sözlerinde değişim ve dönüşüme uğramıştır. Kimi zaman ders veren, kimi zaman dinlendiren, çoğu zaman tefekküre sevk eden; gönülden gönüle yol bulup su gibi akan türkülerdir onlar.
Su kaynakları, Anadolu insanının çevre ile etkileşiminin önemli bir parçasıdır. Türkülerde; akarsu, su, deniz, göl, dalga, dere, pınar, sel gibi doğrudan su kaynaklarının yanı sıra çeşme, pınar, bent, köprü gibi su yapıları da kendine yer bulur. Halk arasında her çeşmenin, derenin, ırmağın, pınarın bir hikâyesi, her suyun kendine mahsus bir tadı vardır. Aşık Veysel Kızılırmak’ı şöyle anlatmaktadır:
Daima bulanın, asla durulman,
Nedir bu sendeki hal, Kızılırmak?
Çağlayıp akarsın, hiç mi yorulman?
Seni zapt eyleyemez göl, Kızılırmak.
Bahar gelir, bulanırsın, coşarsın,
Dalga vurur, kenarlara taşarsın.
Dünya kurulalı böyle yaşarsın,
Tükenmez ömrün var bol, Kızılırmak.
Anadolu Selçuklular döneminden beri kıymetli birer mimari eser teşkil eden çeşmeler, hayatın içindeki unsurlardan olarak türkülerde de kendine yer bulmuştur. Kırsal bölgelerde ya da kentlerde ilk zamanlarda evlerde su bulunmadığı için içme ve kullanma suyu için köy çeşmesi kullanılmıştır. Anadolu’da çoğu yer ismini su kaynaklarından alır; çeşme, dere, pınar gibi tatlı su kaynakları önemli yer tutar. Külebi’nin şu mısralarında görüldüğü gibi:
Tokat’la Niksar arasında
Bir küçük ev görünür uzaktan.
Kütükten duvarlı, önünde çeşme akar,
Yeşermiş gibi topraktan.
Yağmur yağar camlarına dökülür.
Benim yüzümdür çizilen camlarda.
Yalnızlığın sesidir, rüzgâr değil,
Kırsal bölgelerde eskiden beri tarlalarda ya da evin bahçesinde içme, kullanma ya da sulama yapmak amacıyla kuyu kazılır. Türkülere konu olan kuyularda her daim duvarları doğal taşlarla örülen kuyunun suyu serin kalır.
Derindir kuyusu Hasan urgan erişmez
Soğuktur suları aman bir tas içilmez
Orta Asya’dan bugüne Türk destanlarında, hikâyelerinde sevilen ve adı sıkça edilen su kaynaklarının türkülerde de yer aldığı görülür. Su âdeta koyu yeşilin, karanlığın hâkim olduğu vadiyi işleyen, yumuşatan, yeniden üreten, toprağı munisleştiren, dönüştürücü bir unsurdur. İaşesini tarımdan kazanan, karnını yetiştirdiği meyve, sebze, yemiş ve tahıllarla doyuran Anadolu insanı, türkülerde tabiata yatkınlığı ve çeşit çeşit tarım mahsulüyle Anadolu toprağının bereketini anlatır. Muş ovası türküsü, mekanların doğal güzellikleriyle bütünleşmesine, toprağın verimliliğine ve ahengine örnek teşkil eder:
Akıp gider Muş ovası
Yaz gelince çayır çimen
Güz gelince çöker duman
Âşıkları eder figan
Yanar gider Muş ovası
Karasu akar boyunca
Murat suyu gider ince
Dolaşır gider boyunca
Şen olasın Muş ovası
Baharda tatlı suyun, yağmur suyunun harekete geçirdiği çarpıcı imgeler türkülerde yer bulur. Ilıman, yağmuru bol gören coğrafyalarda susuzluk çekilmez ve suya yönelik arzu ve özlem dile getirilmezken, suyu az coğrafyalarda ise adeta bütün duyular suya yöneltilir:
Oysa ki bahar geldiğinde
Toprak kımıldar yavaş yavaş
Bir gecede dağ taş yeşerir.
Su yürür ağaçlara
Kuşlar uçar isteklerin ardında.
Türkülerde su vasıtaları olan vapur, gemi, liman gibi kelimeler daha çok Karadeniz türkülerinde karşımıza çıkar. Zira bu coğrafyada denizle ilişki yoğundur, balıkçılık ise önemli bir geçim kaynağıdır. Yüksek dağların arasında kendine akarsu olarak yol bulamayan su, dere olarak çağlar ve türkülerin ana unsurlarından birini oluşturur. “Dere akayi dere, iki ucu bir yere”, “Gelavera deresu” gibi türkülerde olduğu gibi. Yine yaz mevsiminde serinlik arayan insanı takiben, türküler de yaylalara çıkar.
Türküler akarsuların coğrafi özelliklerinden de izler taşır. “Aras Aras Han Aras” türküsünde Aras Nehri’nin kaynaklarını Bingöl Dağları’ndan aldığından, akarsuyun ağız kısmının Hazar Gölü’nde son bulduğundan söz edilir. Aşık Veysel’in Kızılırmak türküsünde de bu görülmektedir.
Türkülerin nehirleri hayata katmasına gündelik akışa şahit tutulmasına Ahmed Haşim, Dicle’de gezilerini anlattığı şu mısralar örnektir:
Çıkmıştık o gün Dicle’ye sessizce kürekler
Nehrin zehebîsîne-i emyâhını yırtar
Ağlardı o altın suyun üstünde bir âhenk,
Serperdi o bî-kes sese akşam sarı bir renk
Gûyâ ki o gün Dicle’nin üstündeki mâtem,
Âfâka sürükler sarı güller, kırizantem
Belki de Dicle’nin Anadolu’dan doğup diğer diyarlarda denize dökülmesine içerlenen ilk şair Muallim Nâcîdir:
Acabâ Basra körfezinde ne var?
Durma git, git ki etti Hâlık-ı âb
Bahrı nehr-i revâna câ-yı karâr
Türküler yapılaşmış çevre yani beşeri çevre ile de yoğun derecede ilgilidir. Şehir türkülerinde köprü ve çeşme başları, limanlar, istasyonlar da diğer yaygın yapılaşmış çevreler olarak hayatın akışına eşlik ederler. Yahya Kemal’in Sessiz Gemi’sinde olduğu gibi:
Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.
Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.
Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu!
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu!
Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden,
Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden.
Türküler, hayatın canlı akışı içerisinde meydana gelen ölüm, ayrılık, gurbet, yayla, sılaya hasret, eş dost ve akrabadan ayrılık gibi duygu yoğunluğu yüksek olayların ardından söylenmiş içli, doğal, katışıksız duygularla ve saf dille söylenmiş ezgili şiirlerdir. Pek çok türkü yörenin adını zikrederek başlar:
Kütahya'nın pınarları akışır,
Devriyeler kol kol olmuş bakışır.
Asalı'ya çuha şalvar yakışır,
Anonim Türkülerde, yer, çevre, yöre, olay ve duygu birebir yaşanmıştır. Olay, mekan ve duyguların yaşanmışlığı, tüm sıcaklığı doğallığı ve içtenliği ile türkülerin sözlerine ve ezgilerine yansır. “Şu Fırat’ın suyu akar serindir” türküsünde olduğu gibi.
Türkülerde suya yüklenen anlam maddiyatın ötesine geçer. Yağmur Anadolu insanı için ayrı bir önem taşır. “Yağmur” türküsündeki gibi o, yeşillik ve sevinç getirir, nafaka ve umut onda gizlidir. Ona “mübarek” denilerek kutsallık atfedilir:
Yıka taşları toprakları
Şarıl şarıl,
Tarlalar buğday bekler senden, çocuklar ekmek
Dünyanın da yüzü yıkanmak gerek,
Yağ hay mübarek.
Su, tabiatta bulunan ve sadece insanın değil, bütün canlılara hayat kaynağı teşkil eden bir unsurdur.. Türkülerde tabiat, özüne inerek anlatılır. Tabiatın, dolayısıyla su imgesinin farklı kullanımları halk şiirinde çokça yer alır. Türkülerde su, saflığını ve temizliğini ifade eden bir varlıktır. Karacaoğlan’ın koşmalarında saf su, pınar, nehir, derya olarak görülür:
Yeşil başlı gövel ördek
Uçar, gider göle karşı.
Eğricesin tel tel etmiş
Döker gider yare karşı.
Irmaklar, nehirler, göller, çaylar, diğer soğuk su kaynakları, su ile şenlenmiş ince arklar ve mahzun pınarlar birer canlı olarak isimleriyle sık sık dile gelir türkülerde, Aşık Veysel’in Kızılırmak’ındaki gibi:
Kızılırmak, Yeşilırmak
Sen nerdesin, ben nerdeyim
Eriyorum yumak yumak
Sen nerdesin, ben nerdeyim
Dalaman çayı durağı
Karasu dadaş merağı
Yüzdüğüm seyhan ırmağı
Sen nerdesin ben nerdeyim
Gedizin ırmağı var ya
Aras Kars elinde furya
Ayağa kalkan Sakarya
Sen nerdesin ben nerdeyim
Türküler de diğer birçok kültürel unsur gibi sürekli hareket halindedir. Türkiye’nin coğrafi ve tarihi hareketliliği türkülerde de yerini bulur. Türkülerde yayılmanın geçmişten günümüze farklı türlerini görmek mümkündür. Karacaoğlan’ın şu mısralarındaki gibi:
Aşağıdan Karadeniz iniler
Arttı derdim yaralarım yeniler
Yarası olan yarasına iniler
Sağlar melil melil bilmem nedendir
Yahya Kemal de Mâverâda Söyleniş’te, Asya’dan Sarı Saltukla gelindiğini, Anadolu ve Balkanlara Sakarya’dan dağılındığını söyler:
Geldikti bir zaman Sarı Saltukla Asya’dan.
Bir bir Diyâr-ı Rûm’a dağıldık Sakarya’dan
Türkülerde su, maddi ve manevi yönleriyle işlenir. Su, yaşamın maddi ve manevi temel kaynaklarından biri olup sanat dünyasının vazgeçilmez bir unsurudur. Su, “anâsır-ı erbaa” olarak adlandırılan “toprak, hava, ateş, su” olmak üzere kâinatı oluşturan dört temel unsurdan biri; kâinatın cevheridir.
Yunus Emre için su, hayattır, canlıdır, canlı-cansız bütün varlıklar ona muhtaçtır, damlanın ummana gitmesi, yani aslına ulaşmasıdır:
Bir dem çıkar ‘Arş üzere bir dem iner tahte’s-serâ
Bir dem sanasın katredir bir dem taşar ‘umman olur
Karacaoğlan’ın şu koşmasında Toros’larda Çukurova’da, Gâvur Dağlarında kullanılan şive ile suyun canla ilişkisi anlatılır:
Gözüm kaldı şu kaplanın postunda
Azrail de can almanın kastında
Döne döne teneşirin üstünde
Yunmayınca gönül yardan ayrılmaz.
Fuzulî’nin “Su Kasidesi”nde su, akıp giden avare bir kaynaktır, sonunda tabi olacağı yolu bulmuştur. Karacaoğlan suyu daha çok pınar, nehir, derya şeklinde gösterir. Ahmet Hâşim suyu tabiat manzarasını tamamlayan bir unsur olarak ele alır. Ziya Osman Saba, bazı şiirlerinde suyu maddi-manevi yönlerden ele alır. Orhan Veli Kanık, bir garip olarak hayatını başıboş akan avare suya benzetir. Sezai Karakoç, suyu yağmur şeklinde rahmet ve bereket kaynağı olarak işler. Nurullah Genç, yağmuru çağrı ve rahmet olarak görür. Su, türkülerimizde oldukça geniş ve derin anlamlarda kullanılmıştır. Yahya Kemal’in “Açık Deniz”inde su, sonsuzluk duygusunun bir yansımasıdır; sınırların ötesinde kalan vatan topraklarında dinmeyen feryât, bitmeyen ağrı bir nevi susuzluğa benzetilir.
Necip Fazıl suyu arınma unsuru, şekil üstü bir ruh, yaratılış motifi, dua, manevi ve kutsal bir değer, yakarış, ayna, berraklık, saffet, rehber, kesiksiz hareket, zikir, ahenk, şırıltı, ideal, Cennette nurlu Kevser gibi yönleriyle ele alır:
Su bir şekil üstü ruh, kalıplarda gizlenen;
Yerde kire battı mı, bulutta temizlenen
...
Su kesiksiz hareket, zikir, ahenk, şırıltı;
Akmayan kokar diye esrarlı bir mırıltı.
...
İnsanlar habersizken yolların verâsından,
Gökle toprak arası su şaşmaz mecrâsından.
...
Bir hamam ki, arınma gayesinden şaheser;
Arınmışların yeri, Cennette nurlu Kevser.
...
Kâinatta ne varsa suda yaşadı önce;
Üstümüzden su geçer doğunca ve ölünce.
...
Kâh susar, kâh çırpınır, kâh ürperir, kâh çağlar;
Su, eşyayı kemiren küfe ve pasa ağlar.
...
Bu dünya insanlığa manevi hamam olsa;
Her rengiyle insanlık tek renkte tamam olsa…
...
Su duadır, yakarış, ayna, berraklık, saffet;
Onu madeni gökte altınlar gibi sarfet!
Sakarya Türküsü’nde su, ideali simgeler. İnsanı işaret ederek, onun sahip olduğu mükemmelliklerinin yanı sıra, ömrünün bir su gibi akıp geçtiğini ifade eder.
İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya;
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.
Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.
Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir;
Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir.
Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kâinat;
Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!”
Türkülerde memleket teması suyun güzelliğiyle ve incelikle ele alınır, ekmek, tuz, su, hayattır memleket sevgisi; türküsü yakılır ve hasreti doruğa çıkar:
“Küçük Asya” derler onlar
Bizim halk dilimizde Anadolu
Baştan başa derdimiz çilemiz
Bir avuç ekip biçtiğimiz
Yakıp gecelerini türkü diye söylediğimiz
Kayalarından tuz çekip ekmek yediğimiz
Garip çeşmelerinden su içtiğimiz
Sırrı bir bizlere açık Anadolu!
Gelin, canlı ve hareketli musikisiyle bezenerek tabiat manzaralarını, renk, ışık, su ve gece gibi kavramlar içinde hakiki aşk duygularını terennüm eden, hayatın fıskiyedeki su damlaları gibi geçici olduğunu, esen rüzgarla berhava olduğunu ifade eden Ali Mümtaz Aralat'ın şu mısralarına kulak vererek bitirelim.
Mehtap on beşindedir.
Havuzdaki fıskiye
Belki tutarım diye,
Mehtabın peşindedir.
Bahçenin boşluğunda
Biriken sessizliği
Pırıltılar deliyor.
Gecenin boşluğunda
Fıskiye yükseliyor.
Sonra birden vurulmuş
Gibi, renksiz, durulmuş
Sulara inci inci
Düşerek can veriyor,
Fıskiyenin bu hali,
Kalbe hicran veriyor.
Her sevdanın sevinci,
Her sevincin hayali
Göz kırpılması kadar,
Sonunda suya düşmek
Rüzgârda dağılmak var.