Eskiler “İstanbul’un velisi de delisi de çoktur.” demişler. Tarih boyunca İstanbul’un en ilginç şahsiyetleri meczuplar olagelmiştir. Alışılmışın dışındaki hareketleriyle ilgi çeken bu insanlara Anadolu’nun her semtinde rastlamak mümkündü.
Meczuplar bilhassa hafta tatilinin Cuma günü olduğu dönemlerde, kandil, hıdrellez, bayram gibi kalabalığın arttığı özel günlerde Eyüp Sultan’da toplanırlardı. Akgömlek Mehmed Efendi’nin mezarı ile Hacı Beşir Ağa Türbesi civarının meczupların merkezi olduğu kaynaklarda kaydedilir.
Meczuplar kıyafetlerine dikkat etmezler, pejmürde bir hâlde gezinirlerdi. Bazısı paraya önem vermezken bazısı da etraftan para toplamaktan çekinmezdi. Bir kısmı eli ile almaz ancak cebine konulursa da sesini çıkarmazdı. Hepsinin ayrı bir sembolü, kıyafeti, parola hâline gelmiş sözleri vardı. Bazen bu sözlerle anılırlardı.
Meczuplar tuhaf hâl ve hareketlerinin yanı sıra sarf ettikleri şifreli ve üstü kapalı sözleri ile insanların ilgisini çekerlerdi. Ama her konuştuklarında mutlaka bir gizli mânâ bulunurdu yahut “Söyleyene değil söyletene bak!” deyip her şeyi Hak’tan bekleyen ecdadımız onların sözlerini kendilerine duyurulmak istenen nasihatlerden kabul ederdi.
Meczup sözlükte cezbolunmuş, çekilmiş, yani yüksek mertebeye ulaşmış kişi anlamına geliyor. Tasavvufta, bir daha kendine gelmemek üzere Allah’ın aniden kendine çektiği, dost edindiği ve daimî sûrette huzurunda bulundurduğu velileri tanımlamak için kullanılmıştır.
Cezbe aklı baştan alan bir hâl olduğundan meczuplar ömür boyu kendilerinden tamamen veya kısmen geçmiş bir durumda yaşarlar. Günlük işlerini yönetip düzenleyemedikleri gibi dinî emir ve yasaklara görünüşte tam olarak uymazlar. Dinî yükümlülüğe temel oluşturan aklî dengeye tam anlamıyla sahip olmadıklarından dinin emir ve yasaklarıyla da yükümlü sayılmazlar.
Gelecekle ilgili söylediklerinin bazen doğru çıkması, bazen da hikmetli sözler söylemeleri meczupların halkın gözündeki itibarını arttırmıştır. Bu da dinî hükümlere ve ahlâk kurallarına uymayan söz ve davranışlarının mazur görülmesine yol açar.
"Allah veli kullarını yalancı durumuna düşürmez!" der insanımız. Bu sebeple halk arasında meczubun duasını almak, kabul edileceğine inanılan bir dua almaktır.
Meczupların genel ahlakına göre kimseden para istemez, kimseden bir şey almazlardı, alırlarsa bu kendileri için değil muhtaç durumda olan ihtiyaç sahibi kimseler için olurdu.
İsteyenler, onları çağırır ve gönüllerinden ne koparsa verirlerdi. Bu yardımlar genellikle perşembe günü olurdu ve verilen paraya da “perşembelik” denirdi. Konuştuğu zaman söylediği sözün her kelimesinden derin mânâlar çıkarabilenlerin yanında hiç konuşmayanları da vardı.
Deli mi veli mi?
Çoğu insanın “deli” deyip geçivereceği bu insanları ahali oldukça dikkate alırdı. Zaman zaman şakalarıyla onları kızdırsalar da hiçbirini kırmayı akıllarının ucundan bile geçirmezlerdi. Aslında nerdeyse bütün İslam âleminde rastlanan meczuplar, bulundukları çevrelerde büyük saygı görmüş, meczup sıfatı birçok sufinin unvanı olarak kullanılmıştır. Ölen meczuplara türbeler yapılarak kabirleri ziyaretgâh haline getirilmiş, adlarına mescidler ve camiler yapılmıştır.
Onları herkes, bütün mahalle hatta şehir tanır. Kimisi dinî nasihatlerde bulunur, kimisi güzel sesiyle gazel çeker ve kimisi de meydanlarda siyasi nutuklar atardı. Bir düğün veya cenaze anında, nasıl oluyorsa, hepsi haber alır ve arzı endam ederlerdi. Aslında onlar davetsiz misafirlerdi. Her düğün pilavının baş konuğuydular. Onlara ölçüsüz yemek gönül hoşluğu ile verilirdi. Hatta giderken tencereleri veya zembilleri ayrıca doldurulurdu. Ramazanlarda ise topluca, özel olarak ağırlanırlardı.
Bazı şehirlerimizde meczuplar gül olarak tanımlanır. Mesela “Konya’nın gülleri” diye anılırlardı. Güller, ramazan ayını iftar davetlerinde geçirirlerdi. Bu iftar davetlerinin takvimi Ramazan girmeden ayarlanır, biterdi. Ben de davet edeyim, diyenler bir sonraki Ramazan-ı şerifi beklemek zorunda kalırdı.