İlke ve Değerlerinden Ödün Vermeden
Özgür Yayın Platformu Olarak Kalsın Diye
Öğle13:07 İkindi16:56 Akşam20:03 Yatsı21:34 İmsak04:22 Güneş05:59 İşrak06:39
Hava - Hava durumuAçık 16°C Nem %74
Türkçe
18 Şevval 1445 27 Nisan 2024 Cumartesi
18 Şevval 1445
İşrak
06:39
Öğle
13:07
İkindi
16:56
Akşam
20:03
Yatsı
21:34
İmsak
04:22
Güneş
05:59
Giriş Yap

HZ. İBRAHİM HALİLULLAH (A.S.)

22.03.2024    |

İnançsızlıkları yüzünden milletler yeryüzünden silindi. Her defasın da inananlar neslinden yeni yeni milletler belirdi. İlâhî kanun böyleydi, yıkılanın yerine bir yenisi mutlaka gelirdi.

Bâbil Medeniyeti bütün yenilik ve haşmetiyle yükseldi. Tarihin Bâbil medeniyeti dediği bu medeniyette de insanlar, neticede batıl yollara saptı. Batıl inanç; kaynağı ilâhî olmayan tevhid dışı inançtı. Bâbil halkını da bu inanış sarmışı. Sâbiîlik

Babilliler tek Allah’a inanmazlar, putlara ve yıldızlara taparlardı. Putları ve yıldızları ruhların sembolü sayarlardı. Onların bu inancı “sâbiîlik” diye tanımlandı. Sâbiîlik, ruhlara ve meleklere ibadet esasından başlardı. Giderek yıldızlara, aya, güneşe ve sonunda bunlar namına yapılmış putlara tapmaya varırdı. Babil’de puthanelerde putlar yapılır ve onlara tapılırdı. Hattâ devlet yönetiminde “puthane bakanı” bile vardı.

Hak ölçüsünde sadece medenî olmak önemli değildi. Önemli olan; hak inanca dayalı bir medeniyetti. Hak inanca sahip olan zaten medenî idi. Allah; medenî gözüken fakat hak inançtan yoksun oluşlarıyla gerçek medeniyetten gerçekten uzak bulunan Bâbil halkına peygamber gönderdi. O peygamber Hz. İbrahim’di. Adının anlamı “millet babası”ydı. (Hac 22/78)

Allah Dostu

En belirgin ünvanı “halilu’llah”dı. “Allah’ın dostu” demekti. “Allah İbrahim’i dost edinmişti.” (Nisâ 4/125)

Allah, dostu İbrahim’i Kur’ân’da şöyle tanımlamıştı: “Gerçekten o, inanmış kullarımızdandı.” (Saffat 37/111)

“İbrahim ne bir Yahudî ne de bir Hıristiyan’dı. Fakat Allah’ı bir tanı yan gerçek bir müslümandı.” (Âl-i İmrân 3/67)

“O, şüphesiz dosdoğru bir peygamberdi.” (Meryem 19/41)

“Doğrusu İbrahim, çok içli, yumuşak huylu ve kendini Allah’a vermiş bir kimse idi.” (Hûd 11/75)

Allah’ın dostu, işinde Allah’a dönük, İçli, yumuşak huylu, yüreği yanık, Dosdoğru mü’min, vefakâr (Necm 53/37 ),  hanif ve sadık, Görevini tam yapmış (Bakara 2/124 ), Allah tanık! Bir başka özelliği, misafirperverliği idi. Evi yol üzerindeydi. Gelip geçen herkese yedirirdi, içirirdi. Bu yüzden ünvanı; “Ebu’l–edyaf” idi. “Mi safirler babası” demekti. Her peygamber Allah’dan vahiy alırdı. (Nisâ 4/163 )

Ancak bazı peygamberlerin aldığı vahiy kitaplaşırdı. İbrahim’in de (As.) suhuf’u vardı. (A’la 87/19)

Göklerin ve yerin sırları kendisine gösterilmişti, öğretilmişti. Bunun hikmet ve sebebi Kur’ân’da şöyle bildirilmişti; “Biz İbrahim’e kesin ilme erenlerden olması için göklerin ve yerin melekûtunu da öylece gösteriyorduk.” (En’am 6/75 ) Nesline kitap ve peygamberlik verilmişti.

“İbrahim’e, İshak ve Ya’kub’u bahşettik. Soyundan gelenlere kitap ve peygamberlik verdik. Onu dünyada mükâfatlandırdık, doğrusu o, ahiret te de iyilerdendi.” (Ankebut 29/27)

İbrahim (As.); Kalbini irfâna, dilini burhan’a, bedenini nîrân’a, çocuğunu kurbana, malını dayfu ihsan’a teslim ve tahsis etmiş bir peygamberdi. Nitelikleri tamdı. Büyük bir görevi vardı. Milletini Allah’a çağıracaktı. Dünyayı, ahireti, hayatı, ölümü ve yeniden dirilişi anlatacaktı. Önce kendi öz nefsine baktı. 

İlk Davet

İtminâna kavuşan, Allah’a şeksiz inanan ve peygamberlik göreviyle yükümlü bulunan İbrahim (As.) milletine ilk kez şöyle seslendi:

“Allah’a kulluk edin. O’ndan sakının! Bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır.” (Ankebut 29/16 )

Bu çağrı peygamberlerin ortak davetiydi. Peygamberlik görevinin temeliydi. İbrahim de (As.) ilk çağrıyı yaptı. Ona şu gerçekleri de kattı: “Siz Allah’ı bırakıp sadece birtakım putlara tapıyor, aslı olmayan sözler uyduruyorsunuz. Doğrusu, Allah’dan başka taptıklarınızın size rızık vermeye güçleri yetmez. Artık rızkı Allah katında arayın! O’na ibadet edin. O’na şükredin! Siz O’na döneceksiniz.” (Ankebut 29/17)

Putçu Baba

İbrahim (As.) Allah ve ahiret inancını, rızık ve nimete şükrü özetle milletine açıkladıktan sonra, en yakını olan babasına döndü. Ona meseleyi etraflıca anlatmaya çalıştı.

“–Sen putları kendine tanrılar mı ediniyorsun? Gerçekten ben seni ve milletini açık bir sapıklık içinde görüyorum.” (En’am 6/74)

“Babacığım! İşitmeyen, görmeyen ve sana bir faydası olmayan şeylere niçin tapıyorsun? Babacığım! Sana gelmeyen bir ilim bana geldi. Bana uy! Seni doğru yola eriştireyim. Babacığım! Şeytan’a tapma! Çünkü Şeytan, Rahman olan Allah’a baş kaldırmıştır. Babacığım! Doğrusu sana Rahman katından bir azabın gelmesinden korkuyorum ki, böylece şeytan’ın dostu olarak kalırsın.” (Meryem 19/42-45)

Baba ve oğul! Baba putperest; oğul, peygamber!.. Oğul, putperest babasını hürmetkâr bir evlâd tavrı ve edebi içinde îmana davet ediyor, kendisine uymaya çağırıyordu... Baba, putçuluğun verdiği azgınlık ve kabalıkla, babalık şefkatini de bir tarafa iterek, halîm, selîm ve peygamber olan oğluna şöyle bağırıyordu:

“–Ey İbrahim! Sen mi benim tanrılarımı beğenmiyorsun? Bundan vazgeçmezsen mutlaka seni taşlarım! Ebediyyen benden uzaklaş ve git!” (Meryem 19/46)

Put yapan, put satan, putlara tapan, puthânede bakan olan Âzer’de, şefkat de putlaşmıştı, taşlaşmıştı. İbrahim’in (As.) dinleyecek kulak, anlayacak iz’an, uyacak irade kalmış mıydı ki?..

İleri sürecek delili, fikri, savunacak tezi, söyleyecek sözü olmayan her insan böyle yapardı. Karşı fikri dinlemeyip elinden gelirse kovardı. İbrahim’in (As.) babası Âzer’in hareketi de bu ölçü içinde kaldı. Ama İbrahim (As.), kızmadı, darılmadı, görevini yaptı. Allah’ın rahmetini hatırlattı. “–Sana selâm olsun! Senin için Rabbimden mağfiret dileyeceğim. Çünkü O, bana karşı lütufkârdır.” (Meryem 19/47)

İbrahim (As.) baba ocağını terk etmişti. Mücadelesinde ikinci dönem böylece sona ermiş, asıl mücadeleye sıra gelmişti.

Milleti İkaz

İbrahim (As.) sordu; “–Nelere tapıyorsunuz? Onlar, –Putlara tapıyoruz. Onlara bağlanıp duruyoruz. İbrahim; –Çağırdığınız zaman sizi duyarlar mı? Ya da size bir fayda ve zarar verirler mi? –Hayır! Ama babalarımızı da bu şekilde yapıyor bulduk. –Eski atalarınızın ve sizin nelere taptıklarınızı görüyor musunuz? Muhakkak putlar benim düşmanımdır. Dostum, ancak âlemlerin Rabbidir. Beni yediren de içiren de O’dur.

Hasta olduğumda bana şifa verir. Beni öldürecek, sonra da diriltecek O’dur. Ahiret gününde, yanılmalarımı bana bağışlamasını umduğum O’dur.” (Şuara 26/70-82)

İbrahim’in (As.) peygamberlik mücadelesinde apayrı bir özellik vardı. Yüzünde tebessüm, kalbinde merhamet, sözünde bir tatlılık parlardı. Milletini Allah inancının gereklerini doğru değerlendirmeye çağırırdı. Putların ilâh olmadıklarını ve olamayacaklarını soru–cevap usulü ile is patlardı.

“Batanları Sevmem”

Kur’ân-ı Kerîm, İbrahim’in (As.) bu yoldaki çalışmalarına şöyle bir örnek vermekteydi: “Gece basınca, İbrahim bir yıldız görmüştü: –Bu benim Rabbim ha? dedi. Yıldız batınca, –Ben batanları sevmem!.. dedi.” ( En’am 6/76)

Gök cisimlerine tapmak, sâbiîlik inancından bir bölümdü. İbrahim (As.) bu inancın hiçliğini, yıldızı görünce; “Bu benim Rabbim ha?” diye hayret ve inkâr karışık cümlesiyle yargılar göründü. Ancak asıl yargıyı, yıldız batınca söylediği; “Ben batanları sevmem” sözüyle kesin olarak ortaya koydu. Bu söz; sevginin, Allah ile kul arasındaki ilişkilerin esası olduğunu göstermekteydi.

Sevgi, kuldan Allah’a kulluk ve samimiyetle yükselen; Allah’dan kula “rahmet” ünvanı ile inen ilâhî sırdı... Bu sevgiden mahrum olan gönül, kısır mı gerçekten kısırdı... Sevgide sonsuzluk olmalıydı. Sevgi, sonsuza bağlanmalıydı... Sönen, batan, sonu olan, yaratan değil; yaratılmış olandı. Söneni seven, batana tapan, sonluya bağlanan; sapıklığa dalandı; sapıklıkta kalandı. 

“Ben batanları sevmem!” diyen İbrahim (As.) milletine karşı çıkmıştı. Putlar gibi yıldızların da ilâh olduğu efsânesini temelinden yıkmıştı. Devam etti; “Ayı doğarken görünce; –Bu benim Rabbim ha? dedi. Batınca; –Rabbim beni doğruya eriştirmeseydi, and olsun ki sapıklardan oludum, dedi. Güneşi doğarken görünce; –Bu benim Rabbim ha? Bu hepsinden büyük!.. dedi. Batınca, –Ey Kavmim! Doğrusu ben Allah’a ortak koştuklarınızdan uzağım. Doğrusu ben, sadece hak dine boyun eğip, yüzümü, gökleri ve yeri yaratmış olan Allah’a çevirdim. Ben O’na ortak koşanlardan değilim.” ( En’am 6/77-79)

 İbrahim (As.) yıldızın, ayın, güneşin ilâh olamayacağını akıl yoluyla ispatladı. Kendisinin Allah’ı bir tanıyan müslüman olduğunu açıkladı. Milletinin putlarını tanımadı. Onları kınadı. Milleti İbrahim’e (As.) karşı çıktı; “Milleti onunla tartışmaya girişti. –Beni doğru yola eriştirmişken, Allah hakkında benimle mi tartışıyorsunuz? O’na ortak koştuklarınızdan korkmuyorum. Meğer ki Rabbimin bir dileği ola. Rabbim, ilimce her şeyi kuşatmıştır, hâlâ öğüt kabul etmez misiniz? Allah’a koştuğunuz ortaklardan nasıl korkarım? Oysa siz Allah’ın, hakkında size bir delil indirmediği bir şeyi O’na ortak koşmaktan korkmuyorsunuz. İki taraftan hangisine güvenmek daha gerekli ve sağlamdır, bir bilseniz?..” (En’am 6/80-81) Keşke bilselerdi!...

Milletine daha ilk konuşmasında putların hiçliğini Allah’ın üstün niteliklerini anlattı. Anlamadılar. Eski alışkanlıklarını bırakamadılar. Biraz da buna zorlandılar. Çünkü milletin başında ismi Kur’ân’da geçmeyen Nemrud adında bir zâlim vardı.. Servet ve saltanatıyla kendini ilâh sanırdı.

Nemrud

İbrahim (As.) Nemrud’a gitti. Allah’a inanmaya davet etti. Nemrud reddetti. İbrahim (As.) ile Rabbi hakkında münakaşaya girdi. Allah bu olayı Kur’ân’da şöyle belirtti: “Allah, kendisine mülk ve saltanat verdiği için şımararak İbrahim ile Rabbi hakkında çekişeni görmedin mi? İbrahim, –Benim Rabbim, hem diriltir hem öldürür... deyince; Ben de diriltir ve öldürürüm,. dedi...” (İki adam çağırıp birini öldürmüş, ötekini bırakmış, böylece kendisinin güya öldürmeye ve diriltmeye kâdir olduğunu gülünç şekilde göstermek istemişti.)

“İbrahim: –Allah güneşi doğudan getiriyor, sen de batıdan getirsene? dedi. İnkâr eden (Nemrud) şaşırıp kaldı. Allah, zâlimler gürûhunu başarıya ulaştırmaz.”dı. (Bakara 2/258)

İbrahim’in (As.) usulü buydu; delille susturmak, düşünceyle kabul ettirmek.. İlâhlık iddia eden Nemrud’a karşı da aynı usulü uyguladı.

Put Kıran Peygamber

İbrahim’in (As.) akıllarına hitap ederek milletiyle yaptığı tevhid mücadelesinin bir başka örneği şöyleydi: İbrahim, –Bu tapınıp durduğunuz heykeller nedir? Onlar, –Babalarımızı onlara tapar bulduk. İbrahim; –And olsun ki, sizler de babalarınız da apaçık bir sapıklık içindesiniz. Onlar, –Sen bize gerçeği mi getirdin, yoksa şaka mı ediyorsun? İbrahim; –Hayır, Rabbiniz, göklerin ve yerin Rabbidir ki, onları O yaratmıştır. Ben buna şahitlik edenlerdenim. Allah’a yemin ederim ki, siz ayrıldıktan sonra putlarınıza bir iş yapacağım. (Enbiya 21/52-57)

-Nelere kulluk ediyorsunuz? Allah’ı bırakıp uydurma tanrılar mı ediniyorsunuz? Âlemlerin Rabbi hakkındaki sanınız nedir?” (Saffat 37/85-87 )

Delil aklî olurdu, sözle anlatılırdı. Aklî olurdu, iş olarak ortaya konurdu. İbrahim (As.) buraya kadar, milletine putlara tapmanın manasızlığını ve tutarsızlığını sözle anlatmaya çalıştı. Anlamadılar. Ya da anlamak istemediler. İbrahim’de (As.) davasını, doğru söylediğini açıkça, fiilen, bizzat kendisi ispatladı. Sözden uygulamaya geçişin, mücadelede bir usul olduğunu ortaya koydu: Bayram günüydü. Âdete göre halk, o gün puthaneye yemekler getirirler, putların önlerine koyarlardı. Eğlenme yerine giderler, eğlenirlerdi. Dönüşte de alır, o yemekleri puthanenin dışında kendileri yerlerdi. Eğlence yerine İbrahim’i (As.) de götürmek istediler. Gitmedi. Gitmeyişinin amacını bir gerekçe ile gizledi. “İbrahim yıldızlara bir göz attı ve ben rahatsızım dedi. Bunun üzerine yanındakiler ondan ayrılıp gittiler.” ((Saffat 37/88-90)

İbrahim (As.) fırsatı buldu, düzeni kurdu. “Gizlice onların putlarına varıp dedi: –Sundukları yemekleri yemiyor musunuz? Ne o? Konuşmuyor musunuz? Sonunda üzerlerine yürüyüp kuvvetle vurdu. (Saffat 37/91-93)

Hepsini paramparça edip, içlerinden büyüğünü ona baş vursunlar diye sağlam bıraktı.” (Enbiya 21/58)

Putların hepsi kırılmış, sadece birisi, en irisi kalmıştı.Bayram sona ermişti. Acıkmışlardı. “Çok geçmeden putperestler koşarak geldiler: –Tanrılarımıza bunu kim yaptı? Doğrusu o zâlimlerden biridir, dedi İçlerinden bir kaçı, –İbrahim denen bir gencin onları diline doladığını duymuştuk. –Öyleyse, onu insanların gözleri önüne getirin, belki şahitlik ederler dediler.” (Saffat 37/94; el-Enbiya 21/59-61)

İbrahim (As.) getirildi. Sorguya şöyle girildi: “–Ey İbrahim! Tanrılarımıza bu hakareti sen mi yaptın? İbrahim; –Belki onu şu büyükleri yapmıştır. Konuşabiliyorsa, onlara sorun! (Enbiya 21/62-63)

Dondu kaldılar. Bir an verecek cevap bulamadılar. Putlar konuşmaz mıydı? Gerçekten konuşmazdılar... “Kendi kendilerine; Doğrusu siz haksızsınız, dediler.” (Enbiya 21/64)

Haksız kimdi? Niçin haksızdı?

Putçular, konuşmayan putlara tanrı diye taptıklarından dolayı bir an kendilerini haksız buldular. O kadar... “Sonra kafalarında olan eski inançlarına dönerek; –Ey İbrahim! Sen gerçekten biliyorsun ki, bu putlar konuşmazlar.”  (Enbiya 21/65 )

Onların bu itirafı, İbrahim’e (As.) tevhid davasını anlatma fırsatı verdi. İbrahim (As.) bütün gücüyle batıla yüklendi. Dedi ki; “–O halde Allah’ı bırakıp da size hiçbir fayda ve zarar veremeyecek olan putlara ne diye taparsınız? Size de Allah’ı bırakıp taptıklarınıza da yazıklar olsun!.. Hâlâ akıllanmayacak mısınız? (Enbiya 21/66-67)

–Yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz? Oysa, sizi de yontuklarınızı da Allah yaratmıştır.” (Saffat 37/95-96)

 İbrahim (As.) putların hiçliğini, putlara yapmış olduğu işi ve millette ki sapık gidişi sert bir dille bir kere daha açıkladı.

İbrahim Ateşte...

Durum gerçekten gergindi. İbrahim (As.) belki yalnızdı. Ancak şu anda çok güçlüydü. Aynı zamanda sapıklara göre suçluydu. Suçluya ceza gerekti. Sapıkların reisleri, onun hakkında şu hükmü verdi: “–Onu öldürün yahut yakın!” (Ankebut 29/24)

“–‘Bir şey yapacaksanız, şunu yakın da tanrılarınıza yardım ediniz’ dediler.” (Enbiya 21/68)

“–O’nun için bir bina yapın da alevli ateşe atın.” (Saffat 37/97)

Yakmakta birleştiler... Yakmak, insanın insanı yakması, insanın peygamberi yakması, bu, tam anlamıyla vahşetti. Azaptan ve ateşten hiç bahsetmeyen İbrahim’e (As.) ateşle azap edilmesi ne hikmetti?...

Kâfir hükmetti: İbrahim (As.) ateşte yakılacaktı. Ateşin tam şiddetini kazandığı bir sırada, mancınıkla İbrahim’i (As.) ateşe fırlatıp attılar. “Allah’ın dostu” İbrahim’i (As.) putlar adına kâfir yakmaktaydı... Çünkü kâfir, işin şekline bakmaktaydı... Ateş İbrahim’i (As.) gerçekten yakacak mıydı? Allah’ın dostu İbrahim (As.) sahiden yanacak mıydı? Allah’dan ateşe emir geldi: “Ey ateş! İbrahim’e karşı serin ve zararsız ol!” (Enbiya 21/69)

O kadar.... Ateş yakardı. Fakat yakmadı. Yakamazdı. Çünkü Yaratan’dan emir vardı: “Ey Ateş! İbrahim’e karşı serin ve zararsız ol! Allah onu ateşten kurtardı. Doğrusu bunda dersler vardır.” (Ankebut 29/24)

Ateşte yakmak, büyük bir tuzaktı. Bunu putçular kurmuşlardı. Ancak İbrahim’i (As.) dost edinmiş, onların kabule yanaşmadıkları bir Allah vardı. “Onlar; İbrahim’e düzen kurmak istediler. Fakat biz onları hüsrâna uğrattık.” (Enbiya 21/70)

Hüsrân... İmansızların değişmeyen sonu!...

Göç

İbrahim (As.) kurtulmuştu. Bu olay, İbrahim’in (As.) putçular içinde kalışının sonu olmuştu. Ayrıldı. Ayrılırken milletini bir kez daha uyardı. Konuşmasında ilk kez ateş kelimesi vardı...

“Dünya hayatında Allah’ı bırakıp aranızda putları muhabbet vesilesi kıldınız. Sonra Kıyamet günü birbirinize küfreder, karşılıklı lânet okursunuz. Varacağınız yer ateştir. Yardımcılarınız da yoktur!” (Ankebut 29/25)

Doğrusu ben, Rabbim uğrunda sizi bırakıp gidiyorum. O beni doğru yola eriştirir.” (Saffat 37/99)

Milleti sapıklığıyla, küfrüyle kaldı. Ayrılış anında İbrahim’e (As.) inanan bir tek Lût vardı. (Ankebut 29/26)

İbrahim (As.) ülkeler gezdi. Sonunda Şam’a ulaştı. “Onu da, Lût’u da âlemler için bereketli kıldığımız yere ulaştırıp kurtardık.” (Enbiya 21/71)

 Şam: İbrahim’e (As.) yeni bir ufuk açtı. Her geçen gün inananlar arttı. Giderek çoğalan inananlar grubu, “İbrahim Milleti” adını aldı.

“İbrahim milletindenim” sözü, dine bağlıların, tevhid ehlinin inanç belgesi oldu. Artık; “Kendini bilmezden başkası İbrahim’in milletinden (dininden) yüz çevirmezdi.” (Bakara 2/130)

Baba İçin İstiğfar

İbrahim (As.) memleketinden ayrılmış, babası küfür içinde kalmıştı. Babası, davetine uymamış, hattâ onu yanından kovmuştu. Ayrılırken İbrahim (As.): “Sana selâm olsun, senin için Rabbimden mağfiret dileyeceğim. Çünkü o, bana karşı çok lûtüfkârdır” demişti. (Meryem 19/47)

Bu ki, peygamber vaadiydi. Yerine getirilmeliydi. İbrahim (As.) sözü nü hatırladı. Babasının affı için Allah’a şöyle yalvardı:

“Babamı da bağışla! Çünkü o, sapıklardandır.” (Şuarâ 26/86)

 İbrahim (As.) Allah’ın dostuydu. Babasına karşı da baba saygısıyla doluydu. Babasının affı için dua etti. Kâfirin affı için dua edilmeyeceğini elbette bilirdi. Ancak; “İbrahim’in babası için mağfiret dilemesi; sadece ona verdiği bir söz den ötürü idi. Allah’ın düşmanı olduğunu anlayınca, ondan uzaklaştı. Doğrusu İbrahim, çok içli ve yumuşak huylu idi.” (Tevbe 9/114)

İbrahim’in (As.) bu duası kabul edilmedi. Kâfirin affı için dua etmek, mü’mine örnek gösterilmedi.

Mü’min, kâfire ancak imana kavuşması için dua ederdi. Bu, dinimiz de de böyleydi. “Cehennemlik oldukları anlaşıldıktan sonra, akraba bile olsalar, puta tapanlar için mağfiret dilemek, peygamberlere ve mü’minlere yaraşmaz.” (Tevbe 9/113 )

İslâm’da dua; Mü’mine mağfiret, Kâfire hidayet için yapılırdı. Ötesi Allah’a kalırdı... İbrahim’in (As.) bundan sonraki hayatı Lût (As.), İsmail (As.) ve İshak’ın (As.) hayatı ile iç içeydi. Bunlar ki, Allah’ın şu övgüsüne mazhar olmuş seçkin kişilerdi: “Onları buyruğumuz altında insanları doğru yola götüren önderler yaptık. Onlara iyi işler yapmayı, namaz kılmayı, zekât vermeyi vahiyettik. Onlar bize kulluk eden kimselerdi.” (Enbiya 21/73)

Bize düşen bu “kimseleri” izlemekti...

Sallallahu aleyhi ve sellem

 

­

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kabe
Canlı Yayın
Şuan canlı Yayın
Canlı Yayın
AKRA CANLI
 / 
close icon close icon
AKRA CANLI
Canlı Yayın
Canlı Yayın Add Icon volume up
 / 
Canlı Yayın
fast rewind
fast forward
Playlist
Bu özelliği kullanabilmek için üye girişi yapmanız gerekmektedir
  
Fikrini Paylaş
TAAHHÜTNAME

Hazırlamış olduğum ve sitenize gönderdiğim/ teslim ettiğim, tamamen orjinal ve bana ait olan, projemin/görüntü veya kaydımın, AKRA MEDİA tarafından kendisine ait kablolu/karasal/uydu, şifreli/şifresiz, free/paralı TV, video, DVD, VCD,VHS ,radyo, kaset, sinema ve sair mevcut yada ortaya çıkacak her türlü İşaret, ses ve /veya görüntü nakline yarayan araçlarla umuma iletim hakkı ve tüm internet siteleri ve sosyal medya platformlarında yayınlamasına, çoğaltma hakkı, yayma hakkı, işleme hakkı ve temsil hakkının kullanılmasına süresiz olarak müsaade ediyorum.

Projemin/görüntü veya kaydımın, bant, CD, VCD, DVD, GSM, MP3 Player, dijital kayıt vb. tüm yollarla kayıt, çoğaltma ve dağıtım haklarını, bilişim veya iletişim ortamında görüntülenmesini, iletilmesini, okunmasını, izlenmesini, dinlenmesini vb. interaktif veya normal CD, VCD, DVD, GSM, MP3 Player vb. şekilde basılarak veya ses kayıtlarının metin haline getirilip kitap olarak piyasaya sunulmasını sağlayacak her türlü materyal üzerine kaydı ile çoğaltılması, kullanılması, işlenmesi, yeniden ve genişletilmiş şekilde sesli, yazılı ya da görüntülü yayın haklarını, bu suretle de çoğaltılarak kullanılması, dağıtılması, pazarlanması vb. fikri, mali ve manevi haklarımın tamamını, programda gerekli görülen değişiklikleri yapma haklarımı bila bedel olacak şekilde, AKRA.MEDİA sitesine ve bu site'nin yetkilisi ve sahiplerine devir ve temlik ettiğimi, beyan, kabul ve taahhüt ederim.

Şehir Seçin
Close