Dâvud, Ya’kub (As.) soyundandı. Peygamber olduğu millet, İsrâiloğullarıydı. Bölgesi Filistin topraklarıydı. Dâvud’un (As.) nitelikleri Kur’ân’da şöyle açıklandı:
Allah’a dönük bir kuldu.
“O daima Allah’a yönelirdi.” (Sad 38/17)
Güç ve kuvvet sahibiydi: “–Ey Muhammed! Onların söylediklerine sabret, güçlü kulumuz Dâvud’u an.” (Sad 38/17)
Allah katında yakınlık ve makam sahibiydi:
“Gerçekten Dâvud’un bizim katımızda bir yakınlığı ve güzel bir akıbeti (makamı) vardır.” (Sad 38/25)
Bilgindi.
“Gerçeten biz Dâvud’a ve Süleyman’a bir ilim verdik.” (en-Neml 27/15)
Dağlar ve kuşlar emrindeydi, Onunla birlikte Allah’ı anarlardı.
“Dâvud ile birlikte tesbih etmek üzere dağları ve kuşları ona bağlı kılmıştık.” (el-Enbiyâ 21/79)
“Doğrusu biz, akşam–sabah onunla beraber tesbih eden dağları, kuşları da toplu halde onun buyruğu altına vermiştik. Her biri ona yönelmekteydi.” (Sad 38/18-19)
Dağlar ve kuşların bu yönelişi ve Dâvud (As.) ile birlikte tesbihi, şu ilâhî emir gereğiydi: “Ey dağlar ve kuşlar, Dâvud tesbih ettikçe siz de onu tekrarlayın.” (Sebe' 34/10)
Dâvud'un (As.) öylesine güzel bir sesi vardı ki, onun sesine tüm dağlar ve kuşlar iştirak ederlerdi. Çınlar, öterlerdi. Dâvud (As.) Zebûr'u okuduğu zaman insanlar, cinler, vahşî hayvanlar, etrafında halka olur dinlerlerdi. (Bk. Beyzâvî Tefsiri, II, 184, Tecrid Tercemesi, IX, 156 v.d.) Bu, Dâvud'a (As.) verilmiş bir özellikti.
Zırh yapma sanatını bilirdi. Geçimini bu yolla temin ederdi. “Ona sizi savaşta korumak için zırh yapmayı öğrettik.” (el-Enbiyâ 21/80)
“Geniş zırhlar yap, dokumasını sağlam tut diye ona demiri yumuşak kıldık.” (Sebe' 34/10-11)
Dâvud'un (As.) demire istediği şekli verebilmesinin ayrı bir özelliği vardı. Dâvud (As.) ateşsiz ve döğmesiz, demire mum gibi istediği biçimi verirdi. Demiri kumaş gibi dokurdu. Bu hal, Dâvud'a (As.) verilen bir mûcizeydi. Mûcize ise, peygamberlik alâmetiydi. (Bk. Beyzâvî Tefsiri, II, 285)
Dâvud (As.) gerçek bir fazîlet sahibiydi. Bu ona Allah'ın bir ihsanıydı:
“Gerçekten Dâvud'a bir fazîlet verdik. (Sebe' 34/10)
İbadeti
Dâvud (As.) ibadete düşkündü. Onun bu durumu Peygamberimiz (SAS.) tarafından şöyle övüldü: “Allah Teâlâ’ya en sevimli olan namaz, Dâvud'un (As.) namazıdır. Yine Allah Teâlâ’ya en sevimli olan oruç, Dâvud'un (As.) orucudur.” Dâvud (As.) gecenin yarısında uyurdu ve gecenin üçte birinde namaz kılardı. Gecenin altıda birinde yine uyurdu. Dâvud (As.) bir gün oruç tutardı, bir gün de yerdi.” (Bk. Tecrid Tercemesi, IV, 54; VI, 298, IX, 157; et-Tâç, II, 98)
İbadete devam ve takvâ açısından onun bu hareketi ne güzel örnekti.
Dört kitaptan biri, Zebûr
Dâvud (As.) Allah’ın vahyine mazhar bir peygamberdi. (Bk. el-En’am 6/84; en-Nisâ 4/163; el-İsrâ 17/55) Ona dört büyük kitaptan biri verilmişti. Onun kitabına “Zebûr” denilmişti.
“Dâvud’a da Zebûr’u verdik.” (el-İsrâ 17/55. Bk. en-Nisâ 4/163; el-Enbiyâ 21/105)
Mücadelesi
Dâvud’un (As.) mücadelesi, peygamberliğinden önce başlamıştı. Tâlût’un ordusunda er olarak savaşlara katılmıştı.
Tâlût o zamanın mü’min melikiydi. Zâlim Câlût’a savaş ilân etmişti. Ordu yürüdü. Çöl uzundu. Askerler susuzdu. Tâlût askerlerine “Allah sizi ırmakla deneyecek, bir avuç sudan başka içen benden değildir” dedi. Irmağa gelince pek azı hariç büyük çoğunluk kana kana su içti. Savaştan vazgeçti.
Tâlût’a uyanlar, suyu sadece avuçlayanlar, ırmağı karşıya geçti. Suyu içenler “savaşa gücümüz yok” dediler. Oturup beklediler. Az ve fakat saf olan mü’minler;
“Nice az topluluk çok topluluğa Allah’ın izni ile üstün gelmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir” diye birbirlerine azim ve şevk verdiler.
Câlût ordusuyla Tâlût’un ordusundakiler bir noktada karşı karşıya geldiler. Hemen ellerini açıp Allah’a şöyle dua ettiler: “Rabbimiz! Bize sabır ver. Sebâtımızı artır, inkâr eder millete karşı bize yardım et.” Onları Allah’ın izni ile bozguna uğrattılar. Dâvud, Câlût’u öldürdü.
Allah Dâvud’a hükümdarlık ve hikmet verdi ve ona dilediğini öğretti. “Allah’ın insanları birbirleriyle savması olmasaydı, yeryüzünün düzeni bozulurdu. Fakat Allah âlemlere lütûfkârdır.” (Bk. el-Bakara 2/249-251)
Hükümdar Peygamber
Dâvud (As.) peygamberdi. Bunun yanında kendisine hükümdarlık da verilmişti. Peygamber ve hükümdar olarak tevhid mücadelesi verdi;
Allah’ı bir tanımaya ve O’na kulluk yapmaya davet etti. “Onun hükümdarlığını kuvvetlendirmiştik. Ona hikmet ve hakkı batıldan ayırma yeteneği vermiştik.” (Sad 38/20. Bk. el-Bakara 2/251)
Daha sonra Allah, Dâvud’a (As.) şu emri verdi: “Ey Dâvud! Biz seni yeryüzünde bir halife yaptık. O halde insanlar arasında adâletle hükmet!” (Sad 38/26)
Çünkü devlet, adâletle yönetilirdi.
Adâletin olmadığı yerde, gerçek devlet ve iyi bir idareden bahsedilemezdi... Çünkü zulüm yıkılışı davet ederdi. Adâlet, her şeyi yerli yerine koymak, ilâhî ölçülere göre kişiyi hakkına kavuşturmak demekti. Bu ölçüye göre; Allah’ın hakkı da, kendisine ortak koşmamak ve O’nu bir tanımaktı.
Allah’ın hakkının tanınmadığı yerde, kul hakkından söz edilemezdi... Adâletli kişi, önce Allah’a hakkını veren, yani O’nu birleyen ve noksansız kulluk edendi. Sonra da “yaratandan ötürü” yaratıkları hak ölçüleri için de görüp gözetendi.
Dâvud (As.), bu emre göre insanlar arasında hükmetti. (Bk. el-Enbiyâ 21/78; Sad 38/21-25) Ve ömrü boyunca devletini yönetti. Allah, verdiklerine karşılık Dâvud’u (As.) ve hânedânını şükre davet etti: “Ey Dâvud hânedânı! Siz (Allah’a) şükür için çalışın! Kullarımdan hakkıyla şükreden azdır.” (Sebe’ 34/13 21 Bk. el-Mâide 5/78)
Tevhid mücadelesinde devamlı güçlük çıkaran İsrâiloğulları, Dâvud (As.) tarafından en sonunda lânetlendi. (Bk. el-Mâide 5/78)
Nimete şükür, kâfire lânet, ne güzel karşılıktı... Onu da bize Dâvud (As.) hâtıra bıraktı...
O da bir gün ecel şerbetini içti. Fakat tevhid mücadelesi kuşkusuz devam edecekti...
Sallallahu aleyhi ve sellem