Mukaddes kitabımız, Kur’ân-ı Kerîm, edebi bir mucize olarak gönderilmiştir. Bir söz mûcizesi olan Kur’ân-ı Kerîm’i daha iyi anlama zaruretinden doğmuş belâgat ilmi, en güzel örneklerini ilâhî kelâmın eşsiz ifadelerinden derleyerek teşekkül etmiştir. Kur’an Türk edebiyatının edebî sanatlarını, belâgat anlayışını da temellendirmiştir.
Onu getiren Allah Resulü ise kavminin ve milletinin edibi, sözü en hoş ve doğru söyleyeni, hakikatten başka bir şey konuşmayanıdır. Hz. Peygamber'in bizzat kendi ifadelerine göre, Yüce Allah O'nu cevâmiü'l-kelim ile göndermiştir yani az sözle en hikmetli ifadeleri dile getirme kabiliyetini haizdir. Kur’anın kendisi de öyledir.
İslâm dini, sözün de edepli olmasını, maddî ve mânevî, dünyevî ve uhrevî her çeşit hata, kusur ve şâibeden berî ve sâlim bulunmasını yeğ ve üstün tutmuştur. Mü’minlerin dili maharetle kullanmalarını bizzat İslam dininin iki önemli kaynağı Kur’an ve Allah Resulü ile örneklendirmiştir.
Türk edebiyatının İslam dinine hasredilmiş hususi bölümleri bulunmasının yanında hayat, ahlâk, âdet ve gelenekler, önemli günler, devrin ilimleri, efsane hatta masallar gibi doğrudan dinî olmayan kaynakları da İslâm dini ve Kur’ânı Kerîm’den ilham almış, onların izlerini yansıtmştır.
İnanç ve itikatlar dilin üzerindeki en büyük tesir alanlarıdır. Zaten din, dile nüfuz ve etki etmemiş ise o din yaşayan bir din olarak kabul edilemez bile. Zira dil dinin en önemli aktarma araçlarından biridir.
Dil, millî hafızanın, hatıraların, bütün maddî ve manevî değerlerin, bütün fikirlerin ortak hazinesidir. Bir milletin tarihi, coğrafyası, değer ölçüleri, folkloru, müziği, edebiyatı, ilmi, dünya görüşü ve millet olmayı gerçekleştiren her türlü ortak değerleri yüzyılların süzgecinden süzüle süzüle kelimelerde, deyimlerde sembolleşerek hep dil hazinesine akıtılmakta, özünü orada saklamaktadır.
Diline gereken önemi vermeyen toplumlar kültürlerini kaybettikleri gibi, kültürüne sahip olmayanların da dillerini dinamik tutma seçenekleri ortadan kalkar.
Yunus Emre, “Dil hikmetin yoludur.” der. Bir milletin dili ne kadar zengin ve işlekse, o milletin kültürü de o kadar canlı ve dinamiktir.
Dilimizin birkaç sözcükten oluştuğu halde, paragraflarca manayı ihtiva eden söz söyleme gücünün en önemli örnekleri deyimlerimiz ve atasözlerimizdir. Halkımızın yüzyıllar boyunca seyahat ettikleri coğrafyalardan, karşılaştıkları kültürlerden, dinlerden, alışkanlıklarından süzülüp doğmuşlardır. Her deyim, her atasözü ait olduğu milletin damgasını taşır, hatta onu kullanırken takındığımız tavır bile bizim ahlak ve fikir dünyamızın damgasını taşır.
Mesela şu seyyaha kulak verelim:
“Osmanlı Beyefendilerinin konuşmaları ciddidir. Kısa söz söylerler. Kendilerine de dilek ve maksatların kısaca anlatılmasını isterler.” (Kont Marsigli)
Üzerinde konuşulan konuların anlaşılmasını kolaylaştıran, anlamı renklendiren ve çoğu zaman dakikalarca konuşularak ifade edilemeyecek fikirleri bir çırpıda dile getirmeye yarayan deyimler, bir toplumun diline yansıyan kültürünün izlerini, ipuçlarını ortaya koyarak anlatım gücünü artırıcı, kimi zaman hoşa gidecek, dinleyene zevk veren ve hatırda kalmayı sağlayan öğeler içermektedir.
Tüm dillerde var olan atasözleri ve deyimler, sosyoloji, psikoloji, ekonomi, felsefe, tarih, ahlâk, folklor gibi birçok yönlerden inceleme konusu edilmeye değer millî söz varlıklarımızdır. Bunlar aynı zamanda deyiş güzelliği, anlatım gücü ve kavram zenginliği bakımından da son derece önemli dil yapılarıdır.
Başlangıçta mahallî olarak doğan ve daha sonra zaman süzgecinden geçmek suretiyle en mükemmel bir şekilde genelleşen atasözlerinin her biri, bir tecrübenin sonunda söylenmiş olup aynı zamanda bir hayat felsefesini yansıtırlar.
Atasözlerimizin bir başka özelliği de toplumun inançlarıyla davranış biçimlerini aktarma aracı olarak kullanılabilmeleridir. Onlarda halkın yüzyıllar boyu geçirdiği tecrübeler ile bu tecrübeler sonucunda oluşmuş olan değer, düşünce, kanaat, yaklaşım ve geleneklerin izlerini buluruz.
Birçok hatip, şair ve yazar ya da sözde kudret arayanlar atasözleri ve deyimlerden yararlanmışlar, millî kültürün güçlü sembolleri olarak ve söylediklerine inandırıcı bir hava verebilmek, ataların sözlerinden destek bulmak, sözlerini süslemek, düşüncelerini güçlendirmek, söylemek istediklerini daha açık, net ve etkili bir biçimde ifade etmek için bu söz varlıklarına sıkça başvurmuşlardır. Şiirlerde söylenmiş atasözlerimizden birkaç örnek:
İyiliği yap denize at balık bilmezse Hâlık bilir
Kıl eylügi sal suya ki deryâlar eder dür
Şol katreyi kim ebr atâ-yı sadef eyler (Hayâlî Bey)
Başın çok olduğu iş murâd üzre olmaz
İki âlemde Necâtî sana bir yâr yiter
Ber-murâd olmaz ol iş anda ki server çog olur (Necâtî)
“Hak denince akan sular durur” , “Hak geldi bâtıl zâil oldu.” ayetinden mülhemdir.
“Helalzade barıştırır, haramzade karıştırır” kötü huylu kişilerin başkalarının arasını açıp anlaşmalarına engel olduğu, soylu kişinin ise arabuluculuk yaparak insanların anlaşmalarına yardım ettiği anlamında kullanılan, insanları barıştırmanın bir erdem olduğunu ifade eden bir atasözüdür.
İnsanlar çeşitli konularda yanıla yanıla olgunlaşır, bilgi sahibi olur, deneyim kazanır anlamındaki “Adam yanıla yanıla alim olur” atasözü ise bilimsel bilginin niteliğine vurgu yapması yönünden dikkate değer bir atasözüdür. “
Çürük merdivenle dama çıkılmaz” ve “Çürük iple kuyuya inilmez” atasözleri de sağlam dayanakları olmayan bir işte başarıya ulaşılamayacağını belirterek bilimsel bilginin güvenirliğini desteklemektedir.
Nâbî, “Sözde darbü'l-mesel îrâdına söz yok ammâ / Söz odur âleme senden kala bir darbımesel” diyerek şiirde atasözü kullanmanın güzel ve hoş olduğunu, ancak asıl hünerin insanın kendisinden sonraya kalacak ve atasözü niteliği kazanacak değerde söz söyleyebilmesi olduğunu dile getirmektedir.