“(Habibim!) İnanan bir millet için sana Mûsâ ve Firavn olayını olduğu gibi anlatacağız.” (el–Kasas 28/3)
Yusuf (As.) ile Ken’an İlinden Mısır’a geçen ve orada yerleşen İsrailoğulları, uzun mutluluk yıllarından sonra sosyal ve siyasal üstünlüklerini yitirdiler. Mısır’ın yerlileri olan Kıptîlerin emrine girdiler. Kıptîler, yıldızlara ve putlara tapıyorlardı. Bu soyun hükümdarları Fir’avn’lar, İsariloğullarını hor görüyor, esir gibi kullanıyorlardı. En ağır işlerde çalıştırıyorlardı. İsrailoğulları gördükleri zulümden kurtulmak için eski yurtları olan Filistin’e dönmeyi istiyorlardı. Ancak Fir’avn’lar buna engel oluyorlardı. Öte yandan onlara normal bir vatandaş muamelesi de yapmıyorlardı. İsrailoğulları gerçekten zor günlerdeydi. Bunalmışlardı. Allah kendilerine yardım etmek diledi. Bu dileğini ve gerekçesini Kur’ân’da şöyle bildirdi:
“Biz memlekette güçsüz sayılanlara iyilikte bulunmak, onları önderler kılmak, onları (mukaddes topraklara) vâris yapmak, memlekete yerleştirmek, Fir’avn, Hâmân ve her ikisinin askerlerine çekinmekte oldukları şeyleri göstermek istiyorduk.” (Kasas 28/5-6)
“Fir’avn memleketin başına geçti ve halkını fırkalara böldü. İçlerin den bir topluluğu güçsüz bularak onların oğullarını boğazlıyor, kadınlarını sağ bırakıyordu. Çünkü o, bozguncunun biriydi.” (Kasas 28/4) Günahkârdı. Büyüklük taslamaktaydı. (Yûnus 10/75) Yoldan çıkmış fâsıktı. (Kasas 28/32) Zâlimdi. (Kasas 28/38) Tanrılık iddia edecek kadar azgındı.
Fir’avn’ın veziri Hâmân ona bütün bu kötülüklerde ortaktı ve teşvikçi idi. (Bk. Nâziât 79/24; Tahrîm 66/11; Kasas 28/8, 38; Ankebut 29/39; Mü’min 40/23-26)
Zuhur
Bu ortamı değiştirmek ve Hakka yöneltmek görevi Mûsâ’ya (As.) verilecekti. Allah, Mûsâ’yı (As.), İsrailoğulları’nın öteki erkek çocukları gibi, Fir’avn’ın adamları tarafından öldürülmekten kurtardı. (Bk. Bakara 2/49; A’raf 7/127)
Mûsâ’nın annesine bu konuda şöyle bir yol gösterdi: “Çocuğu emzir, öldürülmesinden korktuğun zaman onu suya (Nil’e) bırak. Korkma, üzülme!” (Kasas 28/7)
Annesi Mûsâ’yı bir müddet emzirdi. Zaman geldi, tehlike belirdi. Oğlunu –ilâhî emir gereğince– suya atacaktı. Bu konuda da Allah şöyle buyurdu: “Mûsâ’yı bir sandığa koy da suya bırak; su onu kıyıya atar. Bana da ona da düşman olan biri onu alır.” (Tâhâ 20/39)
Yavrusunu kendi elleriyle suya bırakacak ana, bir düşmanı tarafından onun bulunacağını duymakla endişelenebilirdi. Bu yüzden Allah neticeyi kendisine açıkça şöyle bildirdi:
“Biz şüphesiz onu sana döndüreceğiz ve peygamber yapacağız.” (Kasas 28/7)
Âsiye
Annesi, Mûsâ’yı sandıkla suya attı. “Mûsâ’nın ablasına da “Onu izle!” dedi. O da kimseye sezdirmeden Mûsâ’yı uzaktan gözetledi. “Fir’avn’ın adamları onu aldılar.” (Kasas 28/8) Saraya götürdüler. Sandığı açtılar. Mûsâ’yı görünce: “Fir’avn’ın karısı, “–Benim de senin de gözün aydın olsun. Onu öldürmeyiniz, belki bize faydalı olur. Yahut onu oğul ediniriz” dedi. (Kasas 28/9)
Fir’avn’ın hanımı Mûsâ’yı (As.) sevmişti. Çünkü onu Allah sevimli kılmıştı. (Bk. Tâhâ 20/39) Sandık içinde saraya ilk geldiği gün Mûsâ’yı seven Fir’avn’ın hanımı Âsiye, Mûsâ (As.) peygamber olunca ona inanacak ve bu inancı uğrunda tahammülü güç işkencelere katlanacaktı. Ve bir gün Allah’a şöyle yalvaracaktı; “Rabbim! Bana katında, Cennette bir ev yap! Beni Fir’avn’dan ve onun kötülüklerinden koru ve beni zâlim milletten kurtar.” (Tahrîm 66/11)
Âsiye, Kur’ân’da; kâfir ve zâlim yakınları olan mü’minlere örnek gösterilmişti. Her inanan Âsiye gibi davranacak, yakınlarının kötülüklerine uymayacak ve göz yummayacaktı. Peygamberimiz Muhammed (SAS.), Âsiye’yi îmanı uğrunda işkencelere katlanması ve yakınlarının kâfir ve zâlim olmasına rağmen haktan ayrılmayışı ve Allah’a yalvarmasından dolayı, “kemâle ermiş iki kadından biri” olarak övmüştü.
Süleyman Çelebi de; “Âsiye’ydi biri ol mehpeykerin” mısraı ile Âsiye’nin, Peygamberimizin doğumunda hazır bulunduğunu ve Âmine’yi teselli ve tebrik ettiğini bildirmekteydi. (Mevlid, s. 97)
Âsiye, kocası Fir’avn’ın işkenceleri altında can verdi.Fakat Mûsâ’yı da yetiştirdi.
Mûsâ Sarayda
Âsiye’nin isteğiyle öldürülmekten kurtulan Mûsâ’ya (As.) süt verdiler, içmedi. Süt anneleri getirdiler, emmedi. Bunu, ona Allah emretmişti; “Önceden süt annelerinin memesini kabul etmemesini sağladık.” (Kasas 28/12)
Öte yandan yavrusu Mûsâ’yı sandıkla Nil’e bırakmış olan annesinin yüreği yanıktı. Kalbi başka şeylerle meşgul olmaktan uzaktı. (Bk. Kasas 28/10)
Oğlunun sarayda olduğunu öğrenmişti. Kur’ân Mûsâ’nın annesinin o anki durumunu şöyle açıkladı. “İnananlardan olması için kalbini sabırla pekiştirmeseydik, nerede ise saraya alınan çocuğun kendi oğlu olduğunu açığa vuracaktı.” (Kasas 28/10)
Süt annesi arandığı ülkeye yayılmıştı. Mûsâ’nın ablası saraya koştu ve şöyle konuştu: “–Size, sizin adınıza ona bakacak, iyi davranacak bir ev halkını tavsiye edeyim mi?” (Bk. Tâhâ 20/40) Teklif olumlu karşılandı. Öz anne saraya alındı. Mûsâ, anne sütüne kandı. Bu ana–oğul buluşmasını Allah Kurân’da şu hikmete dayandırdı: “Böylece onu, annesinin gözü aydın olsun, üzülmesin, Allah’ın verdiği sözün gerçek olduğunu bilsin diye ona geri çevirdik. Fakat çoğu bilmezler.” (Kasas 28/13. Bk. Tâhâ 20/40) Gerçekten de Fir’avn ve adamları “aslında işin farkında değillerdi.” (Kasas 28/9)
Kıbtînin Ölümü
Mûsâ, Fir’avn’ın sarayında, fakat ana kucağında büyüdü. Delikanlılık çağına erdi. Allah kendisine ilim ve hikmet verdi. (Bk. Tâhâ 20/14) Mûsâ huy güzelliği ve iyiliği ile bilinirdi. Gençlik yıllarındaydı. Bir gün halkın çoğunluğunun istirahata çekildiği, sokakların ıssız olduğu bir sırada şehre indi. Bir Mısırlının İsraillilerden bir kişiyi dövmekte olduğunu gördü. İsrailli Mûsâ’dan yardım istedi. Mûsâ yardıma koştu. Mısırlıyı şöyle bir itiverdi. Mısırlı düştü ve öldü. Mûsâ üzüldü: “Bu şeytanın işidir. Çünkü apaçık saptıran bir düşmandır” diye düşündü. (Bk. Kasas 28/15) İstemeyerek de olsa bir kişinin ölümüne sebep olmuştu. Hemen Rabbine yöneldi; “Rabbim! Doğrusu kendime yazık ettim; beni bağışla!” dedi. (Kasas 28/16) Îtiraf ve dilek içtendi. Allah da onu affetti. Çünkü Allah bağışlayandı, merhamet edendi. (Kasas 28/16) Ancak bu kadarla yetinmedi. Bir de Rabbine söz verdi; “Rabbim! Bana verdiğin nimete andolsun ki, suçlulara asla yardımcı olmayacağım” (Kasas 28/17) dedi.
Mısırlı kıbtînin Mûsâ (As.) tarafından öldürüldüğünü, Mûsâ’yı yardıma çağıran İsrailliden başkası görmemişti. Fakat Mûsâ (As.) suçluluk hali içinde şehirde, etrafı gözetleye gözetleye korkulu bir halde dolaşarak sabahladı. Gün ışıyınca bir başka kavgaya rastladı; bir de baktı ki; “Dün kendisinden yardım isteyen kimse bağırarak ondan yine yardım istiyordu. Mûsâ ona, “doğrusu sen besbelli bir azgınsın” dedi. (Kasas 28/18)
Ayırmak için kıptîyi tutmak istedi. Fakat Mûsâ’nın “sen azgınsın” sözünden kendisine bir kötülük edeceğini sanan İsrâilli, Mûsâ’ya (As.), “Ey Mûsâ! Dün bir cana kıydığın gibi bana da mı kıymak istiyorsun?” diye seslendi ve : “Sen bir uzlaştırıcı değil, yeryüzünde bir zorba olmak istiyorsun” diye de ithama kalktı. (Kasas 28/19) Bu sözler bir başka netice verdi. Bir önceki olayda ölen kıbtîyi kimin öldürdüğü araştırılmaktaydı. Aranılanı ise sadece kavgacı İsrâilli biliyordu. Bu sözleriyle bildiğini açığa vurdu. Bunu duyan kıbtî ise, koşup durumu Fir’avn’a haber verdi. Suçlunun Mûsâ olduğunu bildirdi. Bu haber üzerine ileri gelenler Mûsâ’nın (As.) yakalanıp öldürülmesini konuşmaya başladılar. Ancak bu konuşmayı, Mûsâ’yı (As.) seven bir kişi koşa koşa gelip ona haber verdi. “Ey Mûsâ! İleri gelenler seni öldürmek için aralarında görüşüyorlar. Hemen uzaklaş. Doğrusu ben senin iyiliğini isteyenlerdenim.” (Kasas 28/20)
Kendisini tehlikeye atma pahasına koşarak gelip haber veren ve yol gösteren dostun sözü dinlenirdi. Mûsâ’da (As.) dinledi. “Mûsâ korku içinde çevresini gözetleyerek hemen şehirden çıktı.” “Rabbim! Beni zâlim milletten kurtar” dedi. (Kasas 28/21)
Tevekkülün Yeri
Burada Mûsâ (As.), verilen haberi ve gösterilen hal çaresini benimsedikten sonra, “çevresini gözetleyerek” tedbirini alıyor, şehirden çıkıyor. Bu arada da Rabbinden yardım diliyordu. Allah’a yöneliyor, O’na güveniyordu. Bu hareketi ile Mûsâ (As.) gerçek tevekkülün nasıl olacağının örneğini veriyordu.
Mûsâ Medyen’de
Mûsâ (As.), Mısır’ı terk etti. Medyen ülkesine yöneldi. Çünkü Medyen Fir’avn idâresinde değildi. Medyen’de İbrahim (As.) soyundan gelen insanlar vardı. Fakat nasıl gidecekti? Daha önce Mısır’dan dışarı çıkmış, gezmiş değildi. Yolu bilmemekteydi. “Medyen’e doğru yöneldiğinde: Umarım, Rabbim beni doğru yola iletir” dedi. (Kasas 28/22) Yürüdü, gitti... Yol, Medyen Suyu’na erdi. Orada “davarlarını sulayan bir insan topluluğu buldu. Bu topluluğun gerisinde sürülerini sudan alıkoyan iki kadın gördü. Yanlarına vardı ve sordu; –İşiniz nedir? –Çobanlar ayrılana kadar biz sulamayız. Babamız çok yaşlıdır. Onun için bu işi biz yapıyoruz.” dediler. (Kasas 28/23)
Mûsâ (As.), kadınların sürüsünü suladı. Kadınlar davarlarını alıp gittiler. Mûsâ (As.) bir gölgeye çekildi. Açlık hissetti. Halini Allah’a arz etti; “Rabbim, doğrusu bana indireceğin hayra muhtacım” dedi. ((Kasas 28/24)
Mûsâ (As.) gölgede dinlenmekteydi. Çok sürmedi. “O iki kadından biri utana utana yürüyerek ona geldi; “Babam, sana, sulama ücretini ödemek için seni çağırıyor” dedi. ( (Kasas 28/25) Mûsâ (As.) davete icâbet etti. Kadın ile, babasının yanına gitti, başından geçenleri hikâye etti. O zat da Mûsâ’yı; “Korkma, artık zâlim milletten kurtuldun” diye müjdeledi. Mûsâ’nın (As.) misafirliği devam etti. Doğruluğu ve güvenilir oluşuyla dikkati çekti. Neticede; “İki kadından biri: “Babacığım, onu ücretli olarak tut! Ücretle tuttuklarının en iyisi bu güçlü ve güvenilir adamdır” dedi. Baba, kızının teklifini beğendi. Mûsâ’ya şöyle dedi: “–Bana sekiz yıl çalışmana karşılık bu iki kızımdan birini sana nikâhlamak istiyorum. Eğer on yıla tamamlarsan o senden bir lütuf olur. Bununla beraber seni zorlamak istemem. İnşallah beni iyi kimselerden bulacaksın.” Mûsâ teklifi kabul etti. Kabulünü şöyle bildirdi: “–Bu seninle benim aramdadır. Bu iki süreden hangisini doldurursam, doldurayım, bana kızmak yok. Söylediklerimize Allah vekildir.” (Kasas 28/25-28)
Peygamberliğe Doğru
Mûsâ’nın (As.) Medyen’de karşılaştığı ve yanında kaldığı ihtiyar kişi Şuayb’dı (As.). Belirtilen zaman süresince Mûsâ (As.), Şuayb’a (As.) hizmet etti. Neticede kızı ile evlendi. Şuayb’den (As.) izin aldı. “Mûsâ süreyi doldurunca, Mısır’a gitmek üzere âilesiyle birlikte yola çıktı. (Kasas 28/29) Sina çölünde ilerlerken yolu şaşırdı. Şiddetli bir de soğuk vardı. Etraf zifiri karanlıktı. Bir ara uzaklarda bir ateş gördü. Ailesine döndü; “Durunuz! Ben bir ateş gördüm. Size bir haber, yahut tutuşmuş bir odun getiririm de ısınabilirsiniz.” (Kasas 28/29) “...Ya da ateşin yanında bir yol gösteren bulurum”dedi. (Tâhâ 20/10)
Mûsâ (As.) ateşe doğru koştu, ulaştı. (Kasas 28/30) “Vâdinin sağındaki ağaç tarafından, bir ses işitti. Durdu. Dinledi. “Ey Mûsâ! Şüphesiz ben Âlemlerin Rabbi olan Allah’ım?.. Ey Mûsâ! Gerçek şu ki, ben; güçlü ve hakîm olan Allah’ım.” (Kasas 28/30; Neml 27/9) Ey Mûsâ! Ben şüphesiz senin Rabbinim. Ayağındakileri çıkar. Çünkü sen, kutsal bir vâdi olan Tuvâ’dasın. Ateşin yanında olan ve çevresinde bulunanlar mübarek kılınmıştır.” (Tâhâ 20/11-12. Bk. Neml 27/8; Nâziât 79/16)
“Ben seni seçtim, artık vahyolunanları dinle!. Şüphesiz ben Allah’ım. Benden başka ilâh yoktur. Bana kulluk et!.. Beni anmak için namaz kıl. Herkes işlediğinin karşılığını görsün diye zamanını gizli tutuğum Kıyamet mutlâka gelecektir. Bana inanmayan ve hevesine uyan kimse, seni ondan alıkoymasın. Yoksa helâk olursun. (Taha 20/13-16)
Mûsâ, karanlık gecede aydınlıklar aydınlığını bulmuştu. Fakat kendisi haşyet içindeydi. Nasıl olmasındı ki, âlemlerin Rabbi kendisine doğrudan doğruya hitap etmişti. “Ben seni peygamber seçtim” demişti.
Mûcizeler
Mûsâ (As.) bu hâlet içinde sadece dinliyordu. Rabbi sordu: “–Ey Mûsâ! Sağ elindeki nedir?” (Tâhâ 20/17) Mûsâ (As.) ilk kez konuştu. Rabbine cevapta bulundu: “–O benim değneğimdir. Ona dayanırım. Onunla davarıma yaprak silkerim. Ondan daha birçok işlerde faydalanırım.” (Tâhâ 20/18) Allah buyurdu: “Ey Mûsâ! Bırak onu!” “Bırakınca değnek hemen koşan bir yılan oluverdi.” (Tâhâ 20/19-20) “Mûsâ değneğinin yılan gibi hareketler yaptığını görünce; dönüp arkasına bakmadan kaçtı.” (Kasas 28/31; Neml 27/10) Bu kaçış, normal bir insan hareketiydi. Yılan gibi önünde kıvranan şey, yıllar yılı elinde taşıdığı değneğiydi. Bu da neydi? Gerçekten korkmuştu. Fakat Allah, gerçeği Mûsâ’ya (As.) şöylece anlattı; “Ey Mûsâ! Dön, gel, korkma! Şüphesiz sen emniyette olanlardansın!” “Onu al! Korkma! Biz onu yine eski durumuna çevireceğiz.” (Kasas 28/31; Tâhâ 20/21)
“Ey Mûsâ! Korkma. Benim katımda peygamberler korkmaz!" (Neml 27/10) Mûsâ (As.) değneğini aldı. Biraz önceki yılan şimdi elinde âsaydı. Mûsâ'nın (As.) korkusu gitmiş, sükûna ermişti. Allah’dan yeni bir emir geldi: “Elini koynuna sok. Diğer bir mûcize olarak lekesiz bembeyaz çıksın." (Tâhâ 20/22. Bk. Neml 27/12; Kasas 28/32)
Mûsâ'nın (As.) ikinci bir mûcizesi “ışık saçan el”di. Ona “Yed-i beyzâ” dendi. Mûsâ (As.) yine korktu. Allah bu konuda da ona güven vermek için şöyle buyurdu: “Ellerini koltuklarının altına koy. Sendeki korku gidecektir.” (Kasas 28/32) Mûsâ (As.) emre uydu. Ellerini koltuğuna koydu. Elleri eski haline döndü. Korkusu son buldu. Asâ ve yed-i beyzâ, Mûsâ'ya (As.) peygamberliği ile birlikte verilen iki mûcizeydi.”
Mûsâ'nın (As.) peygamber oluşu, öncekilerden değişikti. Şöyle ki: Mûsâ'ya (As.) peygamber olduğu doğrudan doğruya Allah tarafından özel bir konuşma ile bildirilmişti. Bu bildirişte, araya melek girmemişti. Bu yüzden Mûsâ'ya (As.) “Kelîmullah” denmişti." (Meryen 19/52; Nisâ 4/163; A’raf 7/143)
Peygambere mûcize, milleti istediği zaman Allah tarafından verilirdi. Geçmiş peygamberlerde böyle olagelmişti. Ancak Mûsâ'ya (As.) anılan iki mûcize peygamber olduğunda verilmişti. Bu mûcizelerin böyle önceden verilişinin sebebi neydi?
Kur'ân'da şöyle belirtildi: “Bu ikisi Fir’avn ve erkânına karşı Rabbinin iki delilidir. Doğrusu onlar yoldan çıkmış bir millettir. (Kasas 28/32)
Mûsâ'nın (As.) kimleri hak dine çağıracağı belirmişti. Hedef, Fir’avn ve etrafındakilerdi. Allah emrini Mûsâ'ya (As.) açıkça bildirdi:
“–Fir’avn’a git! Doğrusu o azmıştır.” (Tâhâ 20/24. Bk. Şuarâ 26/10-11)
Mûsâ’nın (As.) Fir’avn ve etrafındakilere karşı durumu belli idi. Onlardan kaçmıştı. Bir Mısırlı kıbtînin ölümü, kaçış sebebiydi. Mûsâ (As.) endişelendi. Endişesini Rabbine şöyle arz etti: “–Rabbim! Doğrusu ben onlardan bir cana kıydım. Beni öldürmelerinden korkarım.” (Kasas 28/33)
“–Rabbim! Doğrusu beni yalanlamalarından korkuyorum; göğsüm daralıyor, dilim açılmıyor, Onun için Harun’a da elçilik ver. Onların bana isnad ettikleri bir suç da vardır. Beni öldürmelerinden korkuyorum..”
“Rabbim! Göğsümü genişlet! İşimi kolaylaştır. Dilimden düğümü (peltekliği) çöz! Ki, sözümü iyi anlasınlar. Ailemden kardeşim Harun’u bana vezir yap. Beni onunla destekle! Elçilik işinde onu bana ortak et ki, Seni daha çok tesbih edelim ve çokça analım. Şüphesiz sen bizi görmektesin.” (Şuarâ 26/12-14; Tâhâ 20/25-35)
Kardeşi Harun’u istemesinin sebebini de şöyle arzetti; “Kardeşim Harun’un dili benimkinden daha düzgündür. Onu, beni destekleyen bir yardımcı olarak benimle gönder. Çünkü beni yalanlamalarından korkarım.” (Kasas 28/34) Mûsâ’nın (As.), kardeşi Harun’u “konuşması benden daha düzgün” diye yardımcı olarak istemesi; tebliğin anlaşılması ve güzel anlatılması gereğinin ifadesiydi. Tebliğin duyurulması yetmezdi. Anlaşılması da gerekti. Allah Mûsâ’nın (As.) dileklerini kabul etti; çünkü peygamberlerin duası Allah katında makbûldü. “Ey Mûsâ! İstediğin sana verildi.” (Tâhâ 20/36)
“Seni kardeşinle destekleyeceğiz.” “İkinize bir kudret vereceğiz ki, onlar size el uzatamayacaklardır.” Ayetlerimizle ikiniz ve ikinize uyanlar üstün geleceklerdir, buyurdu.” (Kasas 28/35. Bk. Furkân 25/35) Mûsâ (As.), ya bir haber, ya da bir yol gösterici veya bir ateş temin etmek için gittiği yerden peygamber olarak ailesinin yanına döndü. Âilesini alarak Mısır’a, annesi ve kardeşi Harun’un yanına gitti.
HZ. MUSÂ ve HZ. HARUN: Peygamber İki Kardeş