İlke ve Değerlerinden Ödün Vermeden
Özgür Yayın Platformu Olarak Kalsın Diye
İmsak04:26 Güneş06:02 Öğle13:07 İkindi16:55 Akşam20:01 Yatsı21:31
Hava - Hava durumuParçalı Bulutlu 19°C Nem %81
Türkçe
17 Şevval 1445 25 Nisan 2024 Perşembe
17 Şevval 1445
Yatsı
21:31
İmsak
04:26
Güneş
06:02
İşrak
06:42
Öğle
13:07
İkindi
16:55
Akşam
20:01
Giriş Yap

Cuma Sohbeti; 'Kardeşine Yardım Etmek'

Özel Haber
Özel Haber
27.11.2020    |

Prof. Dr. Mahmud Es’ad Coşan Hocaefendi'nin; borç alıp vermek, gıybet etmemek, yol arkadaşlığı yapmak, ilim öğrenmek ve çocukları güzel yetiştirmek üzere hadis-i şerifleri açıkladığı Cuma Sohbetinin metninin bir bölümünü istifadenize sunuyoruz.

es-Selâmu aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtüh!

Aziz ve sevgili Akra dinleyicileri,

Cumanız mübarek olsun.

Allah dünya ve âhiretin her türlü iyiliklerini, hayırlarını, nimetlerini, rahmetlerini, ihsanlarını, ikramlarını sizlere versin. İki cihanda aziz ve bahtiyar olun.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin hadisi şeriflerinden okuyup size Cuma konuşmamı yapmış olacağım.

Bugün okuyacağım hadis-i şerifler hocamız Ahmed Ziyauddin Gümüşhanevi rahmetullahi aleyh Efendi Hazretleri’nin tertip etmiş olduğu Ramuz el-Ehadis kitabının 418.sayfasından. Şöyle kura ve besmele ile açtım; bu hadis-i şerifler geldi. Bunların metnini ve ravilerini bazıları merak etmiş olabilir, derinlemesine inceleme yapmak isteyebilirler; o bakımdan söylüyorum.

İbnü’n-Neccar ve Tayâlîsî Ahmed b. Hanbel rahmetullahi aleyhim ecmain, büyük hadis alimleri; Hz. Âişe radıyallahu teâlâ anhâ anamızdan rivayet etmişler.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz buyuruyor ki;

مَنْ حَمَلَ مِنْ أُمَّتِي دَيْنًا ، ثُمَّ جَهِدَ عَلَى قَضَائِهِ ، فَمَاتَ قَبْلَ أَنْ يَقْضِيَهُ ، فَأَنَا وَلِيُّهُ.

Bu, borçlulukla ilgili bir hadîs-i şerîf.

Peygamber Efendimiz buyuruyor ki; “Ümmetimden herhangi biri eğer sırtında, üzerinde, boynunda bir borç taşıyorsa…

Biz “boynunda” deriz, “Boynumda borç var.” veya “Boynuma borç olsun…” deriz.

“Kim üzerinde borç taşıyorsa, borç yüklenmişse, ‘Bana borç veren şahsa bir an evvel parasını vereyim, borcumu ödeyeyim.’ diye borcun ödenmesine de cehdetmişse, gayret etmişse, samimiyetle arzu etmişse... Niyet etmiş, çırpınmış, ama ödeyememiş, ödeyemeden evvel ölmüşse onun velisi benim. O borcu ben öderim, o borcu ödemek benim üzerime olsun!” diye Efendimiz söylemiş, ashabına bildirmiş oluyor.

Kötü niyetle değil de, iyi niyetle, ödemek için çırpınmış olan insanlar ödeyemeden ölürse böyle oluyor. Borçlu gitmek fena, borçlu gidenin hesabı görülmüyor, cezası, sorumluluğu, sıkıntıları oluyor, duaları “Bakalım, ödesin de öyle kabul olsun!” diye dualarının kabulü tehir ediliyor. Borçlunun bir sürü sıkıntıları var, zorlukları var, borçlu borcunu bir an evvel ödemeli.

İslâm’da bir insanın müslüman kardeşine borç para vermesi teşvik ediliyor, buna karz-ı hasen deniliyor; güzel bir davranış. Güzel bir borç verme; sevabı çok büyük! Hatta; “Arkadaşına borç vermek fukaraya sadaka vermekten daha sevaplıdır!” diye bildiriliyor. Bu çok sevap ama borçlunun da aldığı borcu vaktinde veya eline imkân geçince vaktinden evvel vermesi lazım, onu ödemeye niyet etmesi lazım.

Eğer bir insan borcu alırken “Ben bunu atlatırım. Aldığım kimseye bunu geri ödemem!” falan diye düşünürse o çok günahkâr oluyor, Allah ona ceza veriyor. Ama bazen insan sıkışıyor, bazen çocuğunu evlendirmesi gerekiyor, bazen ticaretinde bir büyük olmadık olayla karşılaşıyor...

“Aman! Çok fena sıkıştım, evimi satacağım…” Böyle acıklı şeyler de oluyor.

Mesela bizim kızımızın karşısında bir komşusu vardı. Ev kendisinindi. Borçlarını ödemek için evini sattı, başka şeylerini sattı. İflas etti... Zor, böyle bir durumda yardımcı olmak iyi bir şey, çok sevaptır.

Borç vermek iyi ama borcu alanın da ödemesi lazım.

Bu devirde ne oluyor?

Bu devirde paranın hakiki değeri düştüğünden ismî değeri aynı kalsa bile değeri aynı kalmıyor. Mesela bir kâğıdın üzerinde “Bir milyon” yazıyor ama o bir milyonun senenin sonunda hakiki değeri bir milyon olmuyor. Enflasyon ne kadarsa, paranın değerinin düşmesi, azalması ne kadarsa, kayıp ne kadarsa değeri o kadar düşüyor. Mesela 500 bin, 400 bin oluyor. Hakiki kıymeti düşüyor, onunla bir şey almak istediği zaman artık tam alamıyor. Bir milyonla bir kilo alacağı şeyi sene sonunda bir milyonla yarım kilo alabiliyor. Paranın değeri düşüyor!

Borç alanlar bunu bildiği için borcu ödemeye gücü olduğu, imkânı olduğu halde, borç aldığı kimseye onun parasını vermiyor, üstüne yatıyor, geç ödüyor, tehir ediyor, bahaneler buluyor, yalanlar söylüyor. Bu da çok günah! Bu devirde çok yapılan bir şey. Onun parasını kullanmış oluyor, sömürmüş oluyor. Böyle olduğu için de birçok kimse artık borç vermekten kaçınıyor.

Diyor ki;

“Ben borç vermiyorum!”

“Neden?”

“Dertsiz başıma dert mi alayım, borç vereceğim de ondan sonra adamın peşinde koşturup duracağım. İşim mi yok başka?” diye sevaplı bir şey olan karz-ı hasen, borç verme işleminden geri duruyor. Parası varsa bile vermiyor.

“Bana lazım. Veremem!” diyor, “Benim de ihtiyaçlarım var…” filan diye atlatıyor.

Bu neden?

Borç alanların borcu ödemekte yan çizmelerinden dolayı toplumda bir itimatsızlık olduğu için.

Peygamber Efendimiz ne buyuruyor?

“Birisi borç alır da ödemezse, ödeyemezse ölürse ben onun borcunu öderim!” diyor. Zaten Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz birisinin cenazesi geldiği zaman; “Bunun borçları var mı? Bundan alacağı olanlar var mı?” diye sorardı.

Cemaatten birileri; “Bana şu kadar borcu vardı.” diye çıkabiliyor. Tabii o zaman toplum küçük, onun da cenazesine gelenler durumu biliyor. “Bana şu kadar borcu vardı, ödeyemedi.” diyen olunca, Efendimiz derdi ki; “Hayrına, sevabına bunun borcunu ödeyebilecek bir arkadaşınız var mı?”

Çünkü böyle borca batmış insanların borcunu ödemek için zekât parasından da verilebiliyor. “Bu adam borçlu. Bunun borcunu ödeyebilecek var mı?” filan diye sorardı.

Birisi çıkar da:

“Yâ Resûlallah! Allah rızası için ben bunu ödeyeyim.” derse,

“Tamam, al bu borcu öde, bu adamı borçtan kurtar.” derdi.

İstekliye ölünün borcunu böyle ödettirirdi. Eğer kimse çıkmazsa; “Bunu ben ödeyeceğim.” derdi, kendisi öderdi.

Şimdi de bu hadîs-i şerîfte; “Onun velisi benim, onun borcunu ödemek benim üstümedir!” diye buyuruyor. Bu da Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in ümmetini nasıl sevdiğini, ümmetine nasıl yardımcı olduğunu, ümmetini nasıl kolladığını gösteriyor.

Süleyman Çelebi’nin bizim tarafımızdan pek okunmayan bir beyti vardır. Süleyman Çelebi;

Allah âdın zikridelim evvelâ

Vâcib oldur cümle işte her kula.

diye başlayan Mevlid’i yazan mübarek zât, radıyallâhu anh. Evliyâullahtan ârif, kâmil bir şair. Mevlid’inde onun bir sözü var. Mevlid’i uzun da biz onun bazı kısımlarını okumaya alışmışız; onu okuyoruz, onu dinliyoruz. Hâlbuki öbür tarafları da güzel!

Peygamber Efendimiz daha çocukken, beşikte iken, bir şeyler söylüyormuş. Annesi kulağını yanaştırmış. Bakmış ki; “Ümmetim! Ümmetim! Ümmetim…” diyor. Bunu böyle söylüyor, kitaplarda böyle yazılı.

Süleyman Çelebi şiirinde diyor ki;

Ol beşikte diler idi ümmetin

Peygamber Efendimiz daha beşikte iken, bebekken, çocukken…

Ol beşikte diler idi ümmetin

Sen kocaldın terk edersin sünnetin

“Hâlbuki Sen ihtiyarladın. O daha küçükken ‘Ümmetim!..’ diye seni düşünüyor. ‘Yâ Rabbi! Onu affeyle!’ diye ümmetine dua ediyor. Miraçta ümmetinin affını diliyor. Sen ihtiyarladın gittin, hâlâ Peygamberimiz’in sünnetini tutmuyorsun!” diye bir târizde bulunuyor. Güzel bir beyittir!

Ol beşikte diler idi ümmetin

Sen kocaldın terk edersin sünnetin

“Terk edersin ha?!” mânasına, tehditli bir şey. Süleyman Çelebi ârif, zarif bir kimse, nur içinde yatsın, makamı âlâ olsun.

Peygamber Efendimiz ümmetini düşünmeye beşikten başlamış. Miraçta ümmetini düşünmüş, ümmeti için dua etmiş. Âhirette ümmeti için şefaat edecek. “Borcu olanların da borcunu ödemek benim boynumun üzerine olsun!” diye açıkça söylüyor. “Gelsinler benden istesinler, ben onun borcunu ödeyivereyim...” Çünkü borçlu gitmesi çok fena, borçtan kurtulsun da o da âhirette sıkıntı çekmesin, diye borçlunun parasını ödeyiveriyor.

Bu çok sevap! Peygamber Efendimiz’in yolundan gitmek isteyenler böyle iyi niyetli olup da borcunu ödeyemeyen fakirler öldüğünde onların borçlarını öderlerse aynı şekilde sevap kazanmış olurlar. Bu bir insanî vazife!  

Hatırınızda olsun. Borç vermek sevap ama borcu alan ödeyecek! Borcunu ödeyemeyen bir kimse olursa borcunu bağışlamak, “Hadi seni affettim, borç vermiştim ama almıyorum, helal olsun.” demek de, bir borcu bağışlamak da sevap.

Sevgili kardeşlerim!

Eğer bir kişi borcunu ödeyemeden ölürse onun borcunu ödeyivermek de çok sevap. İnsanlık bu, din kardeşliği böyle idi. Şimdi zaman değişti, ahlâk değişti. Yabancı medeniyetlerin, yabancı zihniyetteki insanların fikirleri, konuşmaları, düşünceleri ülkemize geldi. Dış ülkelerde eğitim görenler var.

İnsanlar İslâm’ı tanımakta geri durdular, geri kaldılar. İslâm’ın güzelliklerini bilemiyorlar. Peygamber Efendimiz’i bilemiyorlar, bilemeyince de toplum bu devirde İslâmî ahlâktan uzaklaştı. Maalesef İslâm’ı bilenler, İslâm’ı yaşayanlar azaldı. Yunus Emre gibi, Mevlânâ gibi o devirlerdeki o Fatihler’in zamanındaki gibi güzel, halis, has müslümanları Allah yine çoğaltsın diye dua edelim.

Allah dinimizi güzel öğrenmeyi, Kur’an’ı iyi öğrenmeyi, iyi öğretmeyi, Peygamber Efendimiz’in sîretini, sünnetini, güzel öğrenmeyi, öğretmeyi bizlere nasip etsin. Bunlar için güzel güzel müesseseler kuralım.

Yani bizim böyle canla başla, aşk ile, şevk ile Kur’an için, hadîs-i şerîf için, dinî ilimler için gayret etmemiz, çalışmamız, bu güzel çalışmalara yine devam etmemiz lazım.

İkinci hadîs-i şerîfe geçiyorum.

Râvileri çok, Ahmed b. Hanbel, Ebu Dâvud, Taberânî, İbnü’l-Mübârek, İbn Ebi’d-Dünya Sehl b. Muâz b. Enes’ten, o da babasından rivayet etmiş. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki;

مَنْ حَمَى مُؤْمِنًا مِنْ مُنَافِقٍ يغتابه بَعَثَ اللَّهُ مَلَكًا يَحْمِي لَحْمَهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مِنْ نَارِ جَهَنَّمَ وَمَنْ رَمَى مُسْلِمًا بِشَيْءٍ يُرِيدُ شَيْنَهُ بِهِ حَبَسَهُ اللَّهُ عَلَى جِسْرِ جَهَنَّمَ حَتَّى يَخْرُجَ مِمَّا قَالَ.

Bu ikinci hadîs-i şerîfte müslümanların içtimaî ahlâklarının, yardımlaşmalarının bir başka çeşidini işaret buyruluyor.

Peygamber Efendimiz buyuruyor ki; “Kim bir mü’mini onun gıybetini eden, onu çekiştiren, kötüleyen bir münafığın karşısında durup -o mü’mini- himaye ederse, korursa; Allah da kardeşini gıyabında, aleyhinde konuşan kimseye karşı savunan, koruyan kimseye mükâfat olarak bir melek ba’s eder, tayin eder, halk eder, gönderir.

Karşısındaki münafık gıybet ediyor. Bu da; “Hayır! O mü’min iyidir.” diye onu himaye ediyor.

Ne zaman?

Kıyamet gününde... Cehennemin ateşinden o melek, o kişiyi; onun etini, vücudunu, cehennem ateşi yakmasın diye korur.

Neden?

Bu, dünyadayken bir kardeşini onun olmadığı bir yerde savunmuştu. Karşısındaki münafık onun gıybetini yaparken, kötülerken savundu diye Allah da onu kıyamette, kıyamet gününde cehennem ateşinden korur.

“Kim bir müslümana onu lekelemek, kötülemek, batırmak için bir iftira atarsa…” Şu şöyledir, bu böyledir, suçludur vs. ama öyle bir şey yok, onu batırmak, karalamak için böyle yalan söylüyor. O zaman Allahu Teâlâ hazretleri onu nasıl cezalandırır?

“Allah onu cehennemin köprüsü üzerinde hapseder. Söylediğinin yalan olduğunu söyleyip itiraf edinceye, ‘Hayır, öyle değil.’ deyinceye kadar, söylediğinden dönünceye, söylediğinin cezasını çekinceye kadar cehennemin köprüsü üzerinde hapseder. Altı cehennem, alevler ateşler fokur fokur kaynıyor… Aşağı düşecek diye Allah onu korkutur.”

Aziz ve muhterem kardeşlerim!

Onun için toplum görevlerimizden birisi kardeşlerimizi her yönden korumaktır. Fakirlikten, yoksulluktan koruyacağız, sıkıntıdan, hastalıktan koruyacağız, üzüntüden, iftiradan koruyacağız.

Daha başka?

Gıybetten koruyacağız. Mü’min mü’mini yalandan dolandan koruyacak, kollayacak. O yokken, onun olmadığı yerde onun fahrî müdafii olacak, fahriyen, Allah rızası için onu savunacak.

Çünkü bazen, bazı kötü yetişmiş insanlar haksız sözler söylüyorlar, yalan söylüyorlar. İşleri yalan, meslekleri yalan! Birisinin gıybetini ediyor, birisini batırıyor, birisini lekeliyor, birisini üzüyor… Allah’tan korkmuyor, onun aleyhinde çalışma yapabiliyor. Böyle insanlar oluyor. Eskiden toplum bunları, yalancıları tespit ederdi ve onların mahkemelerde şehadetlerini, şâhitliklerini bile kabul etmezdi.

Yalancılık çok kötüydü, herkes dürüsttü. İslâm’da dürüstlük çok önemliydi, doğru söz söylemek çok önemliydi. Çocukları da bu konuda çok iyi terbiye ederlerdi.

Bir de toplumda herkes eşit terbiyeyi görmeyebilir; annesi yok, babası yok veyahut kötü bir aileden yetişmiş, kötü bir toplumdan gelmiş, gıybete alışmış... Toplum onu hemen terbiye eder. “Gıybet etme, aleyhinde konuşma, burada olmayanın aleyhinde konuşmak doğru değil.” filan diye onun o münafığın, o yalancının söylediğinin karşısında durmak lazım.

Birisinin aleyhinde ötekini konuşturmamak lazım! Haklı bile olsa! Haklı olan şeyi bile konuşmak doğru değil.

“Gördüysen git, ilk önce ona söyle, hatta hiç kimseye söylemeden git, onun o kusurunu düzeltmeye çalış, düzeltmeye çalışmıyorsun, arkasından konuşuyorsun… İslâm’da böyle şey yok!..” diye, gıybeti, iftirayı önlemeye çalışması lazım. Müslümanın toplumsal kardeşlik vazifelerinden, İslâmî hizmetlerden birisi, bu.

Kardeşimizi nasıl koruyacağız?

Başkası onun aleyhinde konuştuğu zaman dahi koruyacağız. Gıyabında, yokken bile koruyacağız. Varken de koruyacağız, varken daha çok koruyacağız; olmadığı zaman da koruyacağız.

“Ziyanı yok, kendisi burada yok. Söylesin, ne olacak?”

 İt ürür, kervan yürür! Olmaz! Olmadığı halde onu savunmak lazım, bunun sevabı var. Allah rızası için onun savunmasını yapmak gerekiyor.

Sevgili kardeşlerim!

Üçüncü hadîs-i şerîfe geçiyorum:

مَنْ خَافَ اللهَ أَخَافَ اللهُ مِنْهُ كُلَّ شَيْءٍ، وَمَنْ لَمْ يَخَفِ اللهَ خَافَ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ.

Bu hadîs-i şerîfi Ebu’ş-Şeyh Vâsile radıyallâhu anh’ten, Râfi’î de İbn Ömer radıyallâhu anhümâ’dan rivayet etmiş. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki;

“Kim Allah’tan korkarsa Allah her şeyi, ondan korkar duruma getirir. Her şey ondan, o mü’minden korkar. O Allah’tan korkan, sağlam, selametli, has, hakiki mü’minden herkes, her şey korkar.”

Havf; korkmak demek.

Külli şey’ diyor; sadece insanlar değil, başka mahlûklar da korkar.

Şimdi misalini de vereceğim.

“Buna mukabil, bunun zıddı olan durum, eğer bir insan Allah’tan korkmuyorsa Allah’tan korkmayan, korkmaz, utanmaz bir adamsa Allah onu her şeyden korkutur. Bu defa o her şeyden korkar. Allah onu her şeyden korkar duruma getirir, hayatını korkularla zehir eder.”

Onun için bir müslümanın nasıl olması lazım?

Sadece Allah’tan korkması lazım.

Zaten Allah’tan gayrıdan ne fayda gelir ne zarar gelir! Faydayı ve zararı Allah kader olarak insanın alnına yazıyor ama insanların çoğu bu kaderin esrarını bilmiyor. Bunu nasip eden Allah; veren Allah, vermeyen Allah, yaşatan Allah, öldüren Allah, yükselten Allah, alçaltan Allah… Her şey Allah’ın takdiriyle oluyor. Fayda da zarar da Allah’tandır.

Kulun Allah’a güzel kulluk etmesi lazım. Allah’a kulluğu bırakıp da kula kulluk etmek, dalkavukluk etmek, tabasbus etmek, eğilmek, alkışlamak, zalimi desteklemek, zalimin yardakçısı olmak, zulmünde yardımcısı olmak… Bunların hepsi son derece cahilce, imana-İslâm’a uymayan şeylerdir. Müslüman yalnızca Allah’tan korkar, başka bir şeyden korkmaz. Zaten Allah her şeyi ondan korkutur, her şey bu müslümandan korkar duruma gelir.

Râviler buyuruyor ki; Peygamber Efendimiz’in zamanında -İbn Ömer radıyallâhu anh Peygamber Efendimiz’den sonra da yaşadı, Peygamber Efendimiz’in vefatından sonra da olabilir- birileri şehrin kenarından toplanmışlar, şehirden çıkacaklar, gidecekler fakat yola gidemiyorlar, yola çıkamıyorlar. Abdullah b. Ömer radıyallâhu anhümâ -bu hadisi rivayet eden kişi- oradan geçiyormuş. Bakmış, bir kalabalık var, merak etmiş, bir ihtiyaçları mı var falan diye yanlarına gitmiş. Demiş ki;

“Ne var? Niye toplandınız? Hem yolcu gibi görünüyorsunuz hem de bir yola gitmiyorsunuz, yolun başında bekleşiyorsunuz, titreşiyorsunuz; nedendir?”

Demişler ki; “Ey Ömer’in oğlu, karşıya baksana, yolun öbür ucuna bir baksana!”

Dönmüş bakmış, orada bir arslan yatıyor.

Demek ki oralarda çöl arslanı varmış. Araplar arslanı biliyorlar. Arapça “arslan” nasıl denilir?

Esed.

Hz. Ali Efendimiz’in lakabı ne?

Esedullahi’l-gâlib. “Allah’ın her zaman savaşlarda galip gelen arslanı.” Esedullah. “Allah’ın arslanı.”

Mesela birisi sahâbe-i kirâmla ilgili bir kitap yazmış, Üsdü’l-gâbe; “Ormanın arslanları, Koruluktaki arslanlar...” Demek ki eskiden ağaçlık koruluk olan yerlerde bu vahşi hayvanlar oluyordu, şehrin yakınına kadar da gelebiliyorlardı.

Abdullah b. Ömer bir de bakmış ki orada arslan yatıyor, yolun üstüne sere serpe serilmiş, bakıyor. “Geçsek bu bizim üstümüze çullanır, saldırır, kovalar…” diye insanlar da korkuyor. Abdullah b. Ömer gitmiş arslanın üstüne yürümüş. Arslan ona bakıyor. O onun üstüne yürümüş. Arslanın kulağından tutmuş. Başka neresinden tutacak? Boynuzu yok, yelesi yok, tasması yok… Kulağından tutmuş, yoldan çekmiş, kışalamış… Artık ne tarafa doğru kışaladıysa… Ağaç mı, dere mi, çalılık mı vardı… Kışalamış, kovalamış. Sonra gelmiş, insanlara; “Hadi, yol serbest. Köyünüze, kasabanıza, obanıza, kabilenize buyurun. Gidebilirsiniz. Yolu serbestlettim.” demiş.

Ondan sonra bu hadîs-i şerîfi rivayet etmiş: “Bak ne kadar doğru söylemiş. Ben, Resûlullah’tan, duydum ki; ‘Kim Allah’tan korkarsa Allah her şeyi ondan korkar duruma getirir. Her şey ondan korkar. Kim Allah’tan korkmazsa o da her şeyden korkar!’ buyurdu.” demiş.

Korkmayın! Allah’tan korkun, başka mahlûktan korkmayın! Allah’a sığının, yürüyün… demek istemiş.

Demin dedim ki;

“Arapça ‘arslan’ nasıl denilir?

Esed, arslan demek.

Bir de Es’ad var, benim ismim Es’ad. Ayn harfi de var. Saadetli, en saadetli, en mutlu demek. O ayrı.

Arslan sadece esed kelimesi ile değil, arslan hakkında çeşitli kelimeler var. Mesela gazanfer kelimesi de arslan demek. Araplar daha başka kelimeler de kullanmış. Bazen bir varlık için birkaç isim kullanırlar.

Sevgili kardeşlerim!

Demek ki Allah’tan korkacağız, Allah yolunda yürüyeceğiz, sağlam müslüman olacağız, Allah’ın emirlerini tutacağız. Allah bana azap vermesin diye günahlardan kaçınacağız. “Aman cenneti kaçırmayayım!” diye titreyeceğiz, yasaklarından kaçınacağız, emirlerini tutacağız. Allah yolunda yürüyeceğiz, Allah’ın dinine hizmet edeceğiz.

O zaman ne olur?

Ehâfallâhu minhü külle şey’in. “Allah her şeyi ondan korkar duruma getirir. Her şey onun karşısında titrer.”

Peygamber Efendimiz’in düşmanlarının yürekleri Peygamber Efendimiz’den korktukları için bir aylık mesafeden güp güp atardı. Bir ay mesafedeki düşmanın gönlüne Allah Peygamber Efendimiz’in korkusunu duyururdu, düşmanını titrettirirdi.

Neden?

Sevgili kulu. Allah’tan korkan insanların da heybeti, mânevî heybeti vardır. 

Allah böyle korkutturur.

***

Dördüncü hadîs-i şerîfe geçiyorum.

من خرج مع أخ له فى طريق موحشة فكأنما أعتق رقبة.

Enes radıyallâhu anh’ten Deylemî rivayet etmiş.

Bu seferki hadîs-i şerîfler hep toplum âdâbıyla, toplum ahlâkıyla ilgili hadîs-i şerîfler oldu.

Peygamber Efendimiz buyuruyor ki; “Kim bir kardeşiyle tehlikeli, korkulu bir yolda ona yoldaş olmak için yolculuğa çıkarsa sanki bir köle âzat etmiş kadar Allah ona sevap verir.”

Muhterem kardeşlerim!

Toplumda bir şey var; bazı yollar emniyetli değil!

Bu neden oldu?

Bu, toplum İslâm’dan ayrıldığı için oldu. İnsanlar dinden imandan uzaklaştığından, Allah’tan korkmayan insanlar haline geldiğinden oldu. Bu hale ondan dolayı geldi. Eskiden de böyle şeyler olmuş, tehlikeli yollar olabilir.

Bu tehlike, yol kesici haramilerden de olabilir. Kâtı’u’t-tarîk, kuttaı’t-tarîk; yolu kesen haydutlar. Mesela yolu kesiyor, “Ver paraları!” diyor. Mesela kervanı durduruyor, soyuyor. Veyahut da hayvan olur; ayı, kurt, canavar olur. Yahut bir şey olmasa bile tek başına gitmekten korkar. Başına bir hal gelse başı dönse, fenalık geçirse, bayılsa ne olacak?

Yalnız çıkmak doğru değil! Peygamber Efendimiz yolculuğa yalnız çıkmayı tavsiye buyurmuyor. Bir-iki arkadaşla çıkmayı tavsiye buyuruyor. Bizim camiamızın eski yaşlı ağabeylerinden bazıları bir yere giderken önce arkadaş ararlardı.

Kendisi falanca yerde genel müdür. “Bir yere gideceğim. Gelir misin?..” Birisini yanına arkadaş alırdı, bir-iki arkadaş.

Neden?

Yol arkadaşlığı iyidir. Yola arkadaşsız çıkmamak lazımdır.

Yol âdâbı önce arkadaş bulmaktır.

er-Refîk sümme’t-tarîk. “Önce yol arkadaşı, sonra yolculuk.” er-Refîk kable’t-tarîk de deniliyor.

el-Câr kable’d-dâr. “Ev almadan evvel komşu! Komşuya bakmak lazım.”

Yol arkadaşlığı önemli. Herkes diyebilir ki;

“Benim işim var. Gelemem. Kusura bakma. Gelmek isterdim ama…”

Ama giderse de sevabı var. Peygamber Efendimiz Buyuruyor ki;

“Bir kimse korkulu bir yolda arkadaşına ahbaplık, yoldaşlık etmek için refakat ederse, onunla beraber yolculuğa çıkarsa sanki bir köle âzat etmiş gibi sevap kazanır!”

Neden?

Bir arkadaşına bir iyilik yapmış oluyor da ondan. Bu sevabı ondan kazanıyor. İyilik yapmak lazım. Toplumda insanlar birbirlerinin ihtiyacı olan yerlerde onların ihtiyacını görüvermeli, onlara yardımcı oluvermeli, böylece onlar da rahat etmeli.

Rahat ettirmek, dua almak, gönül almak İslâm’da çok önemli.

“Ben oraya gitmeyecektim ama arkadaşım yalnız gitmesin diye, ona yoldaş olayım diye gittim.”

Tamam, ne kadar güzel!

***

Sevgili kardeşlerim!

Demek ki yola giden bir arkadaşınız olursa Allah rızası için ona arkadaşlık ediverin, onun gittiği yere kadar onu yalnız bırakmayın. Yola gidildiği zaman en aşağı iki veya üç kişi… Üç kişi olursa daha iyi olur.

Beşinci ve sonuncu hadîs-i şerîfi okuyorum.

من خرج يطلب بابًا من العلم يريد به باطلا من حق أو ضلالة من هدى كان كعبادة متعبد أربعين عاما.

Bu hadîs-i şerîfi İbn Mes’ûd radıyallâhu anhümâ’dan Deylemî rivayet eylemiş.

Peygamber Efendimiz buyuruyor ki;

“Bir insan ilim öğrenmek için evinden gurbete çıkarsa…”

Bu ilmi neden öğrenecek?

Ama bu ilmi öğrenmekteki niyet önemli!

“Böbürleneyim, ukalalık edeyim, başkasına akıl satayım, herkes beni alkışlasın, beğenileyim…” diye mi?”

Hayır. Neden?

“Bir batılı reddetmek için, hakkın önüne dikilmiş olan bir batılı def etmek, hakkı ortaya çıkarmak yahut da hidayetin önüne dikilmiş bir dalalet engelini ortadan kaldırmak  için ilim öğreniyor.”

Peygamber Efendimiz ilim öğrenme sebebini böyle anlatmış.

Bir insan hakkın önündeki batılı devirmek, hakkın yolunu açmak, hakkı ortaya çıkarmak için yahut hidayetin önündeki dalaleti ortadan kaldırmak, hidayeti öne getirmek, tanıtmak için ilim öğrenmeye yola çıkarsa ne olur?

“Kırk yıl ibadet eden bir insanın ibadeti kadar sevap alır.”

İlim öğreneceğiz!

Niçin öğreneceğiz?

Hakkı ortaya çıkarmak için, hakkı söylemek, dalâleti yok etmek, hidayeti hâkim kılmak, bâtılı devirmek, yanlışı düzletmek için güzel amaçla ilim öğrenmeye çalışacağız. Böyle yaparsak evinde 40 yıl ibadet eden bir âbid, zahid, müteabbid kimsenin kazandığı sevap kadar Allah ona sevap verir. O kişi sanki 40 yıl ibadet eden bir insan kadar sevap alır.

Aziz ve muhterem kardeşlerim!

Onun için kendiniz ilim adamı iseniz ne mutlu size! Allah razı olsun.

Niyetiniz ne olacak?

İslâm’a hizmet olacak, hakkı desteklemek olacak, hidayet yolunu göstermek, dalâleti ortadan kaldırmak, batılı yıkmak, insanları batıldan kurtarmak olacak!

Niyeti düzeltmek lazım.

Eğer alim değilseniz… Mesela sizin çocukluğunuz zamanında, ilim öğrenecek çağda sıkıntılarınız oldu, yoksulluk oldu… Bazen; “Durumumuz çok sıkıntılıydı, babamız bizi çırak verdi. Okuyamadık Hocam… Okumayı çok istiyorduk ama olmadı…” diyorlar.

Olabilir, bazı mazeretler dolayısıyla aileler çocuklarını okutamadı. Türkiye’de yoksulluk, sefalet çoktu.

Allah iyilik, hoşluk versin. Azdırmayan zenginlik versin, Allah’ı unutturmayan refah, iyilik hoşluk versin. Allah’ı unutturan, azdıran zenginlikten, azgınlıktan Allah korusun!

Sevgili kardeşlerim!

Bazıları okuyamamışsa çocuklarını okutsun, nerede okutursa okutsun!

Önce Kur’ân-ı Kerîm’i öğretsin! Kur’ân-ı Kerîm bütün ilimlerin kaynağıdır, bütün İslâmî ilimlerin kaynağı Kur’ân-ı Kerîm’dir. Önce Kur’an-ı Kerim’i ezberletsin, hafız eylesin. Kur’an-ı Kerim’i öğretsin. Kur’ân-ı Kerîm’i öğrenmesine yardımcı olacak dil olan Arapça’yı öğretsin. Hem de komşularımızdan kaç tanesinin dilidir?!

Arapça’yı, Farsça’yı, Osmanlıca’yı öğretsin, eski yazıyı öğretsin ki dedelerini tanıyabilsin, dedelerinden kendilerine kalan kitapları, mektupları, evrakı okuyabilsin, anlayabilsin! Eski eserleri; yazılarını, kitabelerini gördüğü zaman anlayabilsin!

Nasıl yetiştirecek? Ne amaçla yetiştirecek?

Batılı izale etmek için, dalâleti yok etmek, hidayeti hâkim kılmak, hakkı ortaya çıkarmak doğruyu bulmak ve buldurmak ve göstermek için.

“Ne okudun?”

“Tefsir okudum.”

“Maşallah, elhamdülillah”

“Ne okudun?” “Hadis okudum.”

“Maşallah.” “Ne okudun?” “Fıkıh okudum.”

“Aferin maşallah.”

“Ne okudun?” “Kelam okudum, akâid okudum, İslâm tarihi okudum, sîret okudum…”

Tamam, bak bunların her birinin 40 yıl, 40 yıl, 40 yıl ibadet eden insan sevapları geldikçe insan muazzam sevaplar kazanır!

Kendiniz okuyamadıysanız ne olur çocuklarınızı iyi müslüman yetiştirin, çünkü müslüman olan çocuk hayırlı evlat olur. Müslüman olanın dünyası da âhireti de kurtulur. Müslüman olmayan bir evlat annesine-babasına da çok zarar getirir. Mezarda kemiklerini sızlattırır, topluma da zararlı olur ümmete de zararlı olur.

Allahu Teâlâ hazretleri evlatlarımızı mü’min-i kâmil, âlim-i fâzıl yetiştirmeyi hepimize nasip eylesin. Hepimizi ilmiyle âmil olan, ihlâslı müslümanlar eylesin. Allah, dîn-i mübîn-i İslâm’a canımız gibi severek, sımsıkı sarılarak, var gücümüzle yardım ederek Allah’ın rızasını kazanmayı cümlemize nasip eylesin. İki cihanda sevdiği kullarıyla beraber eylesin, onlarla haşreylesin, cennetiyle cemaliyle müşerref eylesin

Cumanız mübarek olsun.

Ben kardeşinizi de duadan unutmamanızı tekrar hatırlatırım. Allah her şeyi gönlünüzce, muradlarınız üzere versin, dileklerinizi ihsan eylesin. İki cihanda aziz olun.

es-Selâmu aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtüh!

Prof. Dr. Mahmud Es’ad Coşan (Rh. A.) - Cuma Sohbetleri / 20.10.2000

Sohbetin metninin tamamını buradan okuyabilir ve ses kaydını dinleyebilirsiniz.­

 

 

­

 

 

 

© İzinsiz ve kaynak gösterilmeden kullanılamaz.

Kabe
Canlı Yayın
Şuan canlı Yayın
Canlı Yayın
AKRA CANLI
 / 
close icon close icon
AKRA CANLI
Canlı Yayın
Canlı Yayın Add Icon volume up
 / 
Canlı Yayın
fast rewind
fast forward
Playlist
Bu özelliği kullanabilmek için üye girişi yapmanız gerekmektedir
  
Fikrini Paylaş
TAAHHÜTNAME

Hazırlamış olduğum ve sitenize gönderdiğim/ teslim ettiğim, tamamen orjinal ve bana ait olan, projemin/görüntü veya kaydımın, AKRA MEDİA tarafından kendisine ait kablolu/karasal/uydu, şifreli/şifresiz, free/paralı TV, video, DVD, VCD,VHS ,radyo, kaset, sinema ve sair mevcut yada ortaya çıkacak her türlü İşaret, ses ve /veya görüntü nakline yarayan araçlarla umuma iletim hakkı ve tüm internet siteleri ve sosyal medya platformlarında yayınlamasına, çoğaltma hakkı, yayma hakkı, işleme hakkı ve temsil hakkının kullanılmasına süresiz olarak müsaade ediyorum.

Projemin/görüntü veya kaydımın, bant, CD, VCD, DVD, GSM, MP3 Player, dijital kayıt vb. tüm yollarla kayıt, çoğaltma ve dağıtım haklarını, bilişim veya iletişim ortamında görüntülenmesini, iletilmesini, okunmasını, izlenmesini, dinlenmesini vb. interaktif veya normal CD, VCD, DVD, GSM, MP3 Player vb. şekilde basılarak veya ses kayıtlarının metin haline getirilip kitap olarak piyasaya sunulmasını sağlayacak her türlü materyal üzerine kaydı ile çoğaltılması, kullanılması, işlenmesi, yeniden ve genişletilmiş şekilde sesli, yazılı ya da görüntülü yayın haklarını, bu suretle de çoğaltılarak kullanılması, dağıtılması, pazarlanması vb. fikri, mali ve manevi haklarımın tamamını, programda gerekli görülen değişiklikleri yapma haklarımı bila bedel olacak şekilde, AKRA.MEDİA sitesine ve bu site'nin yetkilisi ve sahiplerine devir ve temlik ettiğimi, beyan, kabul ve taahhüt ederim.

Şehir Seçin
Close